top of page
Writer's pictureSalih Emre Tomakin

"Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz."


 


Paraların üzerinde her gün fotoğrafını gördüğümüz, her sene saygıyla andığımız ve ideolojik pek çok tartışmanın belki kendisinin zamanında hiç istemeyeceği şekilde odağı olan Atatürk'ü çoğumuzun yeteri kadar tanımadığını düşünüyorum. Zira kendisini hep ülkemizin kurucusu ve Ulu Önder olarak ansak da aslında kendisinin asker ve siyasetçi olmaktan öte çok daha farklı özellikleri mevcut. Onu dâhi kılan ve belki de gerçekten Atatürk olmasını sağlayan şey bana göre kendisinin bir bilim insanı olması. Bunu, Atatürk'ün ülkeyi kurmasından dolayı değil, gerçekten tarihsel bilgilerle açıklamak istiyorum. Öncelikle tarih kitaplarından belki de ezbere bir metotla öğrendiğimiz, Cumhuriyet'in 29 Ekim 1923'te kurulduğu bilgisi. Ama hem Atatürk'ü hem de Cumhuriyeti çok daha iyi anlamak ve analiz etmek için bir gün öncesine, 28 Ekim gününe gitmek gerekiyor. Yani o meşhur "Efendiler yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz. " sözünün söylendiği güne. O günü Atatürk meşhur Nutuk adlı eserinde tam olarak şöyle anlatıyor:

" Gece olmuştu Çankaya'ya gitmek üzere Meclis binasından ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemâlettin Sami ve Hâlit Paşa'lara rastladım. Ali Fuat Paşa Ankara'dan hareket ederken bunların Ankara'ya geldiklerini o günkü gazetede "Bir uğurlama ve bir karşılama" başlığı altında okumuştum. Daha kendileriyle görüşmemiştim. Benimle konuşmak üzere geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini, Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa vasıtasıyla kendilerine bildirdim. İsmet Paşa ile Kâzım Paşa'ya ve Fethi Bey'e de Çankaya'ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya'ya gittiğim zaman, orada, beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Bey'lerle karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek sırasında: "Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz." dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim. Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onların da aslında ve tabiî olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Halbuki, o sırada Ankara'da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar."


Atatürk'ün anlatımı sanki bu kararı birdenbire vermiş gibi olsa da aslında her şeyin bir plan ve programa dayalı olduğunu Atatürk'ün karakterinden ve Cumhuriyet'in ilanına kadar geçen süredeki Atatürk'ün kararlılığından çok net anlayabiliyoruz. Öyle ki arkadaşlarının ona itiraz etmeyeceğinden, etseler bile onları bu karara ikna edeceğinden çok emin. Çünkü o güne gelene kadar arkadaşlarıyla sürekli tartışan, hatta arkadaşlarıyla çoğu zaman zıt düşen, bir karar alırken bu karara sadece kendisi inanırken ve sorumluluk alırken zaman geçtikçe ısrarla haklı olduğu tekrar tekrar ortaya çıkan bir dâhi Atatürk. O güne gelene kadar arkadaşları bu duruma defalarca şahit olmuşlar ki Atatürk bu özgüven ve kararlılıkla bu cümleyi birdenbire söylemesine rağmen, kendisinin anlatımıyla hemen nasıl hareket edileceği planı yapılmaya başlanmış.

Elbette ki Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk ve arkadaşlarının arası her zaman iyi olmamış. Hatta çok sert tartışmalara, yol ayrımlarına dahi gelmişler. Ancak hepsinin amacı bu yeni Cumhuriyeti ayakta tutmak ve Osmanlı'nın enkazını bir şekilde arkada bırakıp yola devam etmek.

Yazının başında Atatürk'ün bir bilim insanı olduğundan söz etmiştim. Bu tespitimi biraz temellendirmek istiyorum; Atatürk'ün asker ve siyasetçi olmasının yanında bir toplum bilimci olduğunu düşünüyorum. Özellikle Nutuk'u okuduğunuzda bu durumu çok daha net görebiliyorsunuz. Türk Milleti üzerine yaptığı tespitler ve Cumhuriyet fikri henüz kimsenin aklından bile geçmiyorken "Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." sözü bunu bize net olarak ispatlıyor. Bir bilim insanı olmak için kitaplarda yazana, yani teoriye karşı çıkmak, eleştirel yaklaşım ve bunun sonucunda deney ve gözlem gerekir. Sakarya Meydan Muharebesi'nde, yani henüz Atatürk dışında kimse "Cumhuriyet"i bırakın bağımsızlığa dahi inanmıyorken bunun en net örneğini görüyoruz.



Kütahya- Eskişehir Savaşları kaybedildikten sonra, Sakarya Meydan Muharebesi'nde işler her şey çok kötü gidiyor ve bir Uzman Yüzbaşı Atatürk’e cepheden istihbarat raporları getiriyor ve savaşın kaybedildiğinden bahsediyor. Hem Atatürk hem de Yunan Komutanı aynı kitapları okuyarak kurmay olmuşlar. Yani aynı bilgilere sahipler. O zaman ki askeri teknikte iki hat çarpışır ve hatlardan biri yarılırsa hattın uzunluğuna mütenasip bir uzunlukta hat geri çekilir ki ricad yani kaçma olmasın. Aslında önemli olan kural, hattı bozmamak ve ne olursa olsun birliklerin bir hat halinde çarpışması esasına dayalı. Bu bir askeri teknik ve üzerine herhangi bir sorgulamada bulunmamış hiç kimse. İşler çok kötü giderken Atatürk düşünüyor ve "Buna ne lüzum var? " diyor ve hemen bir emir çıkarıyor: "Her birlik müdafaasını yapabildiği yere kadar geri çekilsin ve orada müdafaaya devam etsin. Yanındaki birlikler ne yapıyor bakmasın." Türk Cephesi birkaç yerden yarılıyor. Papulas bekliyor ki Türkler belli bir miktar geri çekilecek. Bir gün bekliyor, iki gün bekliyor ama Türkler geri çekilmiyor. Sırf bu sebeple dünyanın en uzun meydan muharebesi oluyor Sakarya Meydan Muharebesi ve 21 gün sürüyor. Papulas neler olduğunu anlayamayınca “Bunlar düşündüğümüzden güçlü çıktı.“ diye düşünerek geri çekiliyor. Atatürk, bu bilgiyle aklı birleştirmesi sayesinde oyununu tutturuyor. Hepimizin aklına kazınan o meşhur söz de burada orada çıkıyor. "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır o satıh bütün vatandır." O sebepledir ki eğer Atatürk kitaplardan öğrendiği bu kuralı hiç bozmadan uygulasaydı şu anda belki de bambaşka bir düzende yaşıyor olacaktık ve cumhuriyetin tohumları dahi atılamıyor olacaktı. Üstelik Atatürk'e göre bu zafer sadece askeri bir zafer olmamalıydı. Atatürk, bu zaferlerin iktisadi ve eğitimsel bir gelişimle de desteklenmesi gerektiğine inanıyordu. Çok ilginçtir, Sakarya Meydan Muharebesi olurken, savaşın ortasında, henüz savaşı kazanıp kazanmayacağımız dahi belli değilken Atatürk, "Bu topraklar çok zengin, bir kültür umum müdürlüğüne ihtiyacımız var." demiştir. Bunu savaşın ortasında söylemiştir, çünkü devam etmekte olan savaşta kendi kafası içinde çoktan galip gelmiştir. Henüz savaşlar devam ederken Atatürk'ün öngörüsü bağımsızlık, cumhuriyet ve demokrasi üzerineydi. Bu sebepledir ki "Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz." sözü her ne kadar o gün, sanki bir gün sonrasının hazırlığı gibi gözükse de aslında temelleri Atatürk'ün kafasında çoktan atılmış ve tek bir cümleyle vücuda gelmişti.


Her geçen gün Cumhuriyet'in anlamını ve önemini idrak ederek, çok daha güzel yarınlara...



Kaynaklar: Nutuk

Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk'ü Özleyiş

 



Comments


bottom of page