Bir yudum sevgi için ne çok mücadele verir insan, tüm yaşam boyunca. Doğarken ağlamamız ondandır belki, sevin beni diye ilk haykırışımız orada başlar belki de.
Küçük bir çocuktum ve sadece küçük bir çocuktum sanırım. Çünkü bu çocuğun küçük bir çocuk olması dışında hiçbir hatırası yoktu. Ailesine dair hiçbir sevgi barındıran hatırası yoktu. Sevgi dolu bir söz, bir şefkat hatırlayamıyordu bu çocuk. Belki de bu yüzden bazı insanlar hep çocuk olarak kalır, hep o çocuk ruhlarıyla yaşarlar. Çünkü muhtemelen çocukluklarında bir yerlerde kaybolmuşlardır ve oradan çıkış yolu bulamamışlardır. Ve bedenen büyüseler de içlerindeki çocuk hep şefkat bekleyerek bir yerlerde sıkışıp kalmıştır.
Hayat uzun bir yol ve bu şefkat kim bilir hangi kıyıda köşede saklanmıştır ve biz onu bulmak için ne kadar büyük uğraşlar veririz öyle değil mi? Bazen bu uğurda ne büyük darbeler alırız. Ne çok yanlış seçimlerde bulunuruz o bir yudum sevgi için. Ve hatta bu uğurda yıllarımızı harcar, sonundaysa boşa harcadığımız ömrümüz ve uğradığımız hayal kırıklıkları için kendimizi suçlarız. Ama gene de her seferinde denemekten vazgeçmeyiz, mutlaka bulmaya çabalarız şefkate dair küçük bir izi. Ve işte tüm bu arayış esnasında yaşanılan hayal kırıklıkları nedeniyle insan hatıralarını olduğu gibi unutmak isteyip her şeyi zihninden silebiliyordur. Bu sebepten dolayı da çocukluğuna ve daha sonraki gençlik yıllarına ait fazla bir olayı da hatırlıyamıyordur belki de insan.
Şefkat deyince insanın aklına ilk annesi geliyor sanırım. Belki de bir kişinin tüm hayatını etkileyen ilk ve en önemli kişidir anne. İlk ondan almak istersiniz o saf sevgiyi. İlk ona güvenmek istersiniz. İlk onunla en iyi arkadaş olmak istersiniz. İlk onun omzunda ağlamak istersiniz yere düşüp diziniz parçalandığında. O kadar çok ilk vardır ki onunla yapmak istediğiniz. Ve o kadar büyük bir hayal kırıklığıdır ki tüm bunları ilk olarak annenizle yapamamanız. Bir annenizin olması ama aslında asla var olmaması o kadar büyük bir hayal kırıklığıdır ki. Sanırım bunu anlatmaya kelimeler bile kifayetsiz kalır. Ve işte bu gerçek insanın çocuk kalbinde çok büyük bir boşluk yaratıp, şefkati başka yerlerde aramaya iter. Bu noktada da aklıma hemen şu geliyor tabiki. Yeterince şanslıysak iyi insanlarla karşılaşıyoruz ve bir nebzede olsa o boşluğu dolduruyoruz. Ama şanslı değilsek kötü insanlarla karşılaşıyor ve dram üstüne dram yaşamaya devam ediyoruz.
Peki, tüm bu karmaşayı yaşamak yerine daha huzurlu bir hayat yaşamanın yolu yok mudur diye düşünüyorum. Bana kalırsa var aslında bunun bir yolu. Evet, belki hiçbir şefkat duygusu olmadan büyütülmüş olabiliriz. Ama bu duygu zaten bizim var oluşumuzda yok mu? Hatta bütün dünyanın var oluş temelinde sevgi ve merhamet yok mu? Böyle değerlendirince kendimizde var olan bir şey ortaya çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Yani aslında önce kendi kendimizi sevmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kendimize şefkat gösterince daha sakinleştiğimizi daha dinginleştiğimizi de mutlaka fark ederiz. Ve zamanla geçmişle de barıştığımızı, kalbimizin de eskisi kadar sızlamadığını fark ederiz. Elbette tüm bunları fark etmek, kendimize şefkat göstermek bütün bir ömürede mal olabilir. Aradan ne kadar uzun yıllar geçerse geçsin insanın içindeki çocukla barışması gerektiğini düşünüyorum. Huzurlu bir hayatın tek yolu bu olsa gerek zaten.
Bunları düşünüyordum küçük bir bankta yakamozların dans ettiği denizi izlerken. Akşam güneşinin eşliğinde denizden kıyıya vuran dalga seslerini dinlemek ve bu sesleri kendi iç sesinizle birleştirmek en büyük mutluluk olsa gerek.
Denizin kokusunu bir nefeste içime çekerken gözüm bacaklarıma dolanan sevimli sarı renkte tekir bir kediye ilişiyor. Cebimde biraz bisküvi vardı diyorum, çıkartıp ona ikram ediyorum. O kadar büyük bir iştahla yiyor ki çabucak bitiriyor ve tekrar istiyor bir parça. Hemen kalan parçayı da veriyorum ve onun yemesini büyük bir neşeyle izliyorum. Karnı doyan sevimli dostumuz banka yanıma oturuyor ve birlikte yakamozların keyfini çıkarıyoruz. Ayrılık vakti gelince onun başını okşuyorum ve evime doğru yola koyuluyorum. Ama küçük dostum sanki beni uzun zamandır tanıyor gibi peşimden geliyor ve kapıma kadar beraber yürüyoruz. Ve şöyle düşünüyorum; şefkatin ne zaman nerede karşına çıkacağı belli olmuyor işte. İçimdeki sese kulak veriyorum ve küçük dostuma evimin kapılarını açıyorum.
O gün bugündür beraber gün batımlarını izlemek için her gün denize doğru yürüyoruz. Gözlerimi kapatıp dalgaların sesini dinlerken içimdeki huzurun martılarla dans etmesine izin veriyorum artık…
Comments