Lise Meitner ve asistanı Otto Frisch böyle bir olayın nasıl gerçekleşebileceğini araştırana kadar üranyum gibi büyük atomların iki küçük atomlara ayırılamıyacağına inanılıyordu.
11 Şubat 1939’da bunu açıkladılar ve ‘’nükleer fizyon’’ süreci adını verdiler. Lise Meitner’in buluşu bilimsel toplulukta inanılmaz bir etkisi olmuş ve gelecekteki radyoaktif çalışmalara geniş ölçüde katkıda bulunmuştur. Yine de, önemli çalışmalarına rağmen geride bırakıldı.
Çalışmaları sırasında kimyager meslektaşı Otto Hahn'a teorisi için bir işbirliği teklif eden Meitner, gerekli çalışmaları yaparak Meitner'i haklı çıkardı. Ne yazık ki, Nazi yönetimindeki Almanyada, Meitner varlığını sürdüremedi ve Almanya’yı terk etmeye zorlandı. Çalışmanın yayımlanma vakti geldiğinde, Hahn eğer çalışmaya Yahudi birini özellikle Yahudi bir kadını çalışmalarına eklerse Almanya’da ki kariyerinin bitebileceğini tahmin etmişti. Böylece, sadece kendi adı geçen çalışmayı yayımladı ve Meitner’in rehberliği altında keşfettiği bulguların Meitner ile herhangi bir önemli katkısının olmadığını iddia etmiş ve gerekli bilgileri sadece bazı fiziksel sezgileriyle elde ettiğini açıklamıştır. Ancak; çalışmaya yardımcı olmasına rağmen Hahn, büyük atomların nükleer fisyonu hakkında kendi yayımladığı makaleyi açıklayacak bilgiye sahip değildi. Bir kaç hafta sonra, Meitner ünlü makalesi olan nasıl üranyum iki küçük atoma ayrılırı yayımladı. Ne yazık ki; Hahn 1944 Nobel Kimya Ödülü'nü tek başına aldı ama Lise Meitner büyük atomların nükleer fizyonunun keşfi üzerine yaptığı çalışmaların karşılığını alamadı.
Meitner’n acıklı hikayesi, erkek egemen bilim dünyasındaki cinsiyetçiliğin ve kadınların sıkı çalışmalarının değersizleştirilmesinin kısa bir özetidir. Bilimsel dünyada, kadınlara karşı olan adaletsizlik sadece Meitner ile kısıtlı değildi. Psikoloji ve Tıp’ta Nobel Ödülleriyle ödüllendirilen Paris’te ki Pasteur Enstitüsünde çalışan Françoise Barré-Sinoussi’ye karşılaştığı en büyük zorluğun ne olduğunu sorduklarında, Sinoussi; ‘’En büyük engel bilimin kadınlar için iyi bir kariyer alanı olmadığını söyleyen belirli insanlardı -özellikle erkekler tabikide-. Bu erkek egemenliğindeki atmosfer beni daha çok tahammül etmeye ve başarmaya itti.’’ Demiştir.
Peki bu kadar çok insan bilimin bir kadına uygun bir kariyer olmadığı fikrine nasıl vardı? Pozitif bilim dallarının yıllardır erkek egemenliğinde olmasının sebebi nedir? Çoğu erkek olan insanlar, kadınların bilim alanındaki çalışmalarını değersizleştirme cesaretini nereden buluyor? Bu soruların hiçbir geçerli nedeni yok; ancak tüm bu sorular geçmişe bakarak çözülebilir.
Açıkça görülüyor ki, kadınlar ve erkekler zihinsel işlemleri ve vücut yapıları gibi biyolojik farklılıklarından ayrılırlar. Bu farklılıklar, erkekler ve kadınların farklı görevler için kalifiye olmalarını sağlar. Kadınlar ebeveynsel içgüdüler ile doğarken, erkekler genellikle fiziksel olarak kadınlardan daha güçlü yapıdalardır. Böylece, geçmişten günümüze, toplumda farklı rollere sahip olmuşlardır. Bir çok arkeolojik çalışmalara göre, tarih öncesi çağlarda, kadınlar, yemek toplama, hazırlama ve annelik gibi daha az güç gerektiren işlerle sorumlandırılırdı. Bunun yanı sıra, erkekler, genellikle daha çok kas gücü gerektiren alet yapımı, inşaat, avlama ve savaşma görevleri yüklenirdi. Fakat; yemeği toplama ve işleme, avcı-toplayıcılar için oldukça önemli olmasına rağmen çoğu arkeolojik çalışmalar yıllarca kadınları güçsüz, pasif ve bağımlı olarak gösterirken erkekleri güçlü, agresif, dominant ve aktif olarak göstermiştir. Bu algı, araştırmacıların tarih öncesi çağda kadın avcılar ile alakalı kanıtlar bulduklarında paramparça edilmiştir. Yine de, hala, avcıların çoğunlukla erkekler olduğuna inanılır. Dolayısıyla, günümüzde avcılık yaygın bir "eve yiyecek getirme" tarzı olmasa da, erkeklerin yiyecek satın almak için para kazanması ve kadınların da çocuklarla ve evle ilgilenmesi gerektiğine dair bir algı hala mevcuttur.
Bu durum toplumlarda cinsiyet rollerinin kökeni olmuş olabilir, özellikle STEM alanlarında. Avcılık ve koruma becerileri daha çok odaklanma ile ilişkilendirildiğinden; tarih öncesi çağlarda toplumun avcısı ve koruyucusu olan erkekler, konsantrasyon gerektiren alanlardaki roller için genellikle daha uygun seçenekler olarak görünmektedir. Aksine, annelik içgüdülerine sahip kadınlar, ebeveynlik ve gıda işlemeden sorumlu oldukları için; ev işleri, ebeveynlik, yemek hazırlama ve zihinsel odaklanma veya kas gücünden ziyade çoğunlukla iletişim becerileri gerektiren işlerle ilişkilendirilirler. Bu ideoloji yıllardır kadınlar için bir bariyerdi. Son zamanlara kadar, kadınlar, erkeklerin aldığı kadar yüksek bir eğitim fırsatını alamıyorlardı. 1977’ye kadar, Harvard Üniversitesi'nin kabullerinde ¼ kadın/erkek oranı kuralı vardı. Aynı şekilde, Türkiye’de, 1930 yılında kadın ve erkekler üniversite eğitimi almada eşit oldular. \cite{7} Yine de, Türkiye’de bugün bile, kadınların, hem kariyer hem de ev hayatını birbirine karıştırmaması gerektiğine inandıkları için yüksek eğitim almalarına karşı olan milyonlarca insan vardır.
Kadınların üniversite eğitimine ve dolayısıyla STEM alanlarına (bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik) geç girmesi, bu çalışma alanlarında erkeklerin hakimiyet kazanmasına yol açmıştır. Washington Üniversitesi'nden Dr. Sapna Cheryan'ın 25 Ocak 2020 tarihli The Hindu gazetesinde yer alan araştırmasına göre, kadınları caydıran üç ana neden var: aşırı eril kültür, bilime erken yaşta yeterince maruz kalmamak ve kadınsı rol modellerinin eksikliği. \cite{8}
Kadın-erkek oranının 3/20 olduğu fizik olimpiyat kulübündeki üç kızdan biri olarak bu erkek egemen bilim ortamını erken yaşta deneyimledim. Klüpteki fizik kız olimpiyat öğrencilerinin eksikliği tam bir motivasyon kırıcısıydı. Fakat; tek sorun bu değildi. Klübe katıldığım günden okulun son gününe kadar, beni desteklemesi gereken sınıf arkadaşlarımın kadınların fizikte başarılarını sürdüremeyeceğine dair inançları vardı. Onlara göre, kadınların kolay bir şekilde ‘kafası karışabilirdi’. (Bu inancın tarih öncesi erkek avcılarla ve odaklanma becerileriyle ilişkili olduğu kanısındayım). Bu adaletsizliğe ve önyargıya beş yıl boyunca direnebilen sadece birkaç kız öğrenci olduğu için onlar için doğru görünüyor. Ancak, tıpkı Lise Meitner ve Françoise Barré-Sinoussi gibi, kalmak için gerçekten çok çalışan, ancak sıkı çalışmaları erkekler tarafından her zaman değersizleştirildiği için kalamayan başka birçok kız olduğunun farkında değillerdi.
Asla geçmişi değiştiremeyeceğiz. Ama, artık tarih öncesi zamanda değiliz. Bugün, çeşitli çalışmalar STEM dünyasında kadın katılımcılarını arttırmak için uygulanıyor. Örneğin, Avrupa Bilişim Olimpiyatı ve Avrupa Matematik Olimpiyatı için yarışan takımlar çoğunlukla erkek öğrencilerden oluştuğu için, sadece kız öğrencilerin katıldığı Avrupa Bilişim Kızlar Olimpiyatı ve Avrupa Matematik Kızlar Olimpiyatı yarışmaları düzenlenmektedir. Her ne kadar bu ayrı yarışmalar bazı kişiler tarafından kadınların STEM alanında erkeklerle rekabet edemeyeceğinin kabulü gibi görünse de, kesinlikle kızları çalışmaya motive etmekte ve bilim ortamındaki kız eksikliğine ilişkin farkındalığı artırmaktadır. Hala, bir gün umuyorum ki, STEM alanlarında genç kadınları teşvik etmek için fazladan yarışmalar ve olaylar organize etmemize gerek kalmayacak.
Hozzászólások