top of page
Writer's pictureHatice İskender

SUİKAST


 


Sirkeli suyun içinden çıkardığı bezi dikkatlice sıktıktan sonra nizami bir şekilde katlayarak annesinin alnına koydu. Ateşi biraz olsun düşmüştü. Tekli koltuğa oturdu, eline kitabını aldı ve o dünyada kaybolmak istedi. Şehir işgal edileli ve yaşamak korku ve bekleyişten başka bir anlam taşımayalı normal bir insan gibi yapabildiği tek şey buydu. Bir yandan da bunu yaptığı için kendisini duyarsızlıkla suçluyor, okuduğu o süre boyunca yaşadıkları gerçeklikten uzaklaştığı ve yer yer mutlu olduğu için kendine büyük bir öfke duyuyordu. Böyle olduğunda kitabı mermer sehpanın üzerine koyuyor ve dizlerini karnına çekip olanları düşünüyordu. Ama sonra delireceğinden korkup yine eline o kitabı alıyordu. Bu kaçıncı okumasıydı bilmiyordu, biter bitmez hemen ilk sayfadan yeniden başlıyordu.


Akşam yemeğini hazırlayıp sofraya oturacakları sırada kapı çaldı. Bu pek hayrı alamet değildi, her zil, hatta her tıngırtı yeni bir belanın geleceği endişesini uyandırıyordu. Suzan kapıyı açtı ve karşısında uzaktan bir akrabalarının oğlu olduğunu söyleyen biri duruyordu. Emin olamadı, müsaade isteyip çalışma odasındaki babasının yanına gitti. Yaşı çok ileri olmasa da gamdan yirmi yıl daha yaşlanan bu adam yavaşça kapıya geldi. Genç adam kendini tanıttı, annesinin selamlarını getirdiğini söyledi. Suzan ona da bir tabak koydu. Adam sofrada babasını kaybettiklerini, işgalciler tarafından gözünün önünde vurulduğunu söyledi. Bunu söylerken sesi çok sakindi, sanki öldürülmek pek normal bir şeymiş gibi. Ama galiba bir süredir öyleydi. Adam sonra bir bardak suyu kafasına dikti. Yaşlı adam koltukta baygın gibi yatan karısını gözüyle işaret ederek, onun da bu olanları kaldıramadığından aylardır bu halde olduğundan bahsetti. Suzan da lafa girerek abisinin de tam otuz beş gündür eve uğramadığını, canı için endişelendiklerini söyledi. İşgal karşıtı bir örgüte katılmış olması pek muhtemeldi. İşe gidip gelmek bu şartlarda onun yapabileceği bir şey değildi. Ailesi için masadaki beyaz porselen vazonun altına bir miktar para bırakarak gitmişti. Suzan şüphesiz bu paranın suyunu çekeceğini ve işin başa düşeceğini anlamıştı. Annesini bu vaziyette nasıl bırakabilirdi, bu içine hiç sinmiyordu ama en azından başında bekleyebilecek babası vardı. Bir sonraki gün birkaç tanıdığa uğrayacak ve kendisine bir iş soruşturacaktı.


Sofrayı topladıktan sonra, herkes odasına çekildi. Misafir için de abisinin odasını hazırladı Suzan. Genç adam yalnız kaldığında çantasından tabancasını çıkardı. Bu eve gelmenin hiç de isabetli bir fikir olmadığını geç anlamıştı. Zaten birkaç gün içinde kendine verilen görevi yerine getirecek ve muhtemelen de oracıkta canından olacaktı.


Sabah olduğunda genç adam erkenden uyanmış salon masasındaki birkaç günlük gazetelere göz atıyordu. Sonra gözleri yaşlı kadına takıldı, kıpırdamadan öylece yatıyordu. Kadına yaklaştı, kulağını kadının burnuna doğru eğdi. Kadın çok zayıf nefesler alıyordu. Diklendiğinde karşısında Suzan’ı gördü. Durumun tuhaflığını fark edince genç adam “İyi mi diye bakmak istedim” dedi. Suzan hafifçe gülümserken ‘tamam’ anlamında gözlerini normalden biraz daha uzun kıstı.


O günün akşamında Suzan kendisine bir tuhafiye dükkanında iş bulmuş, yarın işbaşı yapacaktı. Elbette alacağı ücret ancak mutfak masraflarının bir kısmına yeterdi ama bu bile onlar için şükür sebebiydi. Yaşlı adam telefonda doktorla konuşuyor, karısının durumunda herhangi bir değişiklik olmadığını söylüyordu. Doktorun gerekli gördüğü ilaç artık şehre girmiyordu, dolayısıyla verdiği her ilaç yetersiz kalıyordu. Suzan akşamları ilk iş annesinin durumuna bakıyor, sonra hızlıca bir şeyler atıştırıp kitabının başına geçiyordu. O akşam genç adamı yemek için çağırmaya odasına gittiğinde adamın tabancasını temizlediğini gördü. Adam hızlı bir hamleyle kaldırmaya çalışsa da geç kalmıştı. Suzan gözleri tabancaya dikilmiş “Yemek hazır” diyordu. Kapıyı örtüp çıktığında bir ürperti hissetmişti. Belki bu gördükleri bu adamın niçin buraya geldiğini de açıklıyordu. Bu durum şüphesiz kötü şeylerin habercisi olacaktı.

Ve o gün… O gün Suzan yine işe gitmek üzere kabanını giyiyordu. Genç adam da odasından çıkıp ceketine yeltendi. Rengi kaçmıştı adamın. Binadan çıktıklarında Suzan sağa genç adam sola doğru gidecekti. İkisi de bunun son görüşmeleri olduğunu biliyordu. Hatta Suzan daha fazlasının da olacağını hissediyordu. Öğlen üç sularında şehirde büyük bir kargaşa hakim olmuştu. Birkaç el ateş sesi duyulmuş, ardından insanlar sağa sola kaçışmaya başlamışlardı. Suzan dükkandan dışarı fırladı. Endişeyle etrafında bakındı, sonra işgalcilerin arabalarının siren sesleriyle caddeden hızla geçtiklerini gördü. Korku göğsünde büyüdü. Yeniden dükkana girdi. Akşam olduğunda bir suikast girişimi yapıldığını öğrendi, suikastçı öldürülmüştü.


Genç adam eve gelmeyeli iki gün olmuştu. Gecenin bir körü herkes uyurken Suzan’ı ürperten kapı sesi bu sefer zille değil kırılarak gerçekleşmişti. Adamın biri “Bu ev mi?” diye bağırdı, yanındaki tanıdık cılız ses yanıtladı “Evet efendim.” Hepi topu yirmi saniyede Suzan ve babasını elleri arkada salona getirmişlerdi. “Hain beslersiniz ha?” dedi adam. Der demez, namlusunu yaşlı kadına yöneltmiş ve ateş etmişti. Patlama, çığlık ve ardından ağlama sesleri yükseldi. Sadece yedi saniye sonra babasını ve Suzan’ı da oracıkta vurdular. Annesinin ölümüne şahit olmasa daha vakur bir şekilde veda edebilirdi hayata ama olmadı. Yirmi üç şubat salı günü, işgalciler bir aileyi, üç canı daha yok etmişlerdi. Suikast sonucu hedeflenen kişi ölmemişti ama bu girişimin bedelini yüzlerce can ödemişti. Abisine haber gitti mi, o da hayatta mıydı bunu kimse bilmiyordu. Yaşıyorsa ve bir gün çıkıp gelirse ancak o takdirde durumu öğrenebilecekti. Şüphesiz ki ölüm, büyüklenen insanların elinde bir oyuncak haline gelmişti.



 

Comentarios


bottom of page