Selamlar herkese.
Yeni içerikler bulmakta zorlandığım birkaç gün oldu. Yine sizler için bir dizi bulabildim. Farklı tarzlarda diziler izleyip, yorumlamak sizler için daha iyi oluyor gibi geliyor. Belki de yanılıyorumdur. Bilinmezlik. Dizimizin adı Clickbait. Hepimiz sosyal medyada çokça vakit geçiriyoruz. Çoğu zaman telefonlar elimizden düşmüyor. Öyle bir yer ki dünyanın diğer ucundan insanlarla tanışabiliyorsunuz. Üstelik korkunç bir bilgi aktarımı, paylaşımı var. Yine hepimiz biliyoruz ki, sosyal medyanın birde karanlık bir tarafı var. Bu karanlık taraf öyle bir yer ki, sizin öldürülmenize bile neden olabiliyor. Yani ortada çarpık bir düzen var ve bu düzeni modernleşme çatısı altında topluyoruz. Peki, modernleşmeye uymak için biz nelerden vazgeçiyoruz? Kendimizden bir şeyler kaybediyor muyuz? Ya da bizi nasıl değiştiriyor? Dizi bir noktada size bu karanlık tarafın ne kadar tehlikeli olabileceğini anlatıyor. Korkunç değil mi? Her şeyden bir tık uzakta yaşadığımız bu dönemi anlatan bir mini dizi olarak karşımıza çıkıyor Clickbait. Netflix’te yayına giren dizinin, senaristlik ve yazarlık görevini Tony Ayres, Christian White, Melissa Scrivner-Love, Bradford Winters ve Pete McTighe gibi isimlerden oluşan toplamda 5 kişilik dev bir ekip üstlenmiş. Dizinin yönetmenlik kadrosunda Brad Anderson, Emma Freeman, Cherie Nowlan ve Ben Young bulunurken, serinin başrol kadrosunda ise Zoe Kazan, Betty Gabriel ve Adrian Grenier bulunuyor. Avustralya ve Amerika yapımı dizinin, çekimleri ise Avustralya’nın Victoria şehrinde yapıldı. 40 dakikalık 8 bölüm ile izleyiciye kısa fakat keyifli bir süreç yaşatıyor. Keyifli derken yanlış anlaşılmasın, dizi oldukça gerilim dolu. Keyifli kısım, bölümlerin kısalığı. Tadı damağınızda kalarak bitiyor bölümler. Psikolojik-gerilim ve suç dizisi olarak geçiyor. IMDb’de 9 puan alarak da başarısını kanıtladı. 25 Ağustos’ta alıcı karşısına çıkan Clickbait, sizler tarafından izlenmeyi bekliyor.
“Kadınları taciz ettim.”
Dizimiz, sosyal medya çağında yaşanan bir suç zincirini bize aktarıyor. Bu spoiler sayılmaz. Çünkü olay zaten bu. Ana karakterimiz Nick Brewer, evli, mutlu ve çocuklu bir aile babası. Bir de kardeşi Pia var. Bu iki kardeş geçmişteki yaşadıkları ve sır gibi saklanan bir olay yüzünden oldukça yakın bağlara sahipler. Hatta öyle bir kardeşlik ki, birbirleri için ölebilirler. Nick, bir gün evden çıkıyor ve ortadan kayboluyor. Fakat internette yayınlanan bir videoya kadar bunu kimse bilmiyor aslında. Pia, videodakinin abisi olduğunu fark edince, doğruca ona ulaşmaya çalışıyor. Sophie, Nick’in eşine ulaşıyorlar ve doğruca polise gidiyorlar. Videoda Nick’i yüzü kanlar içinde, elinde beyaz bir afiş tutar halde buluyor. “Birini öldürdüm.” “Kadınları taciz ettim.” ve “Bu video eğer 5 milyon kişi tarafından izlenirse öleceğim.” yazılı pankartları gösteriyor ve video gün geçtikçe viral olmaya başlıyor. Yakınları ise bunu kimin, neden yaptığını öğrenmek için zamana karşı yarışır. Gizemli kayboluşun ardında yatan sır, başta aile üyelerini akabinde de dünya halkını tedirgin edici bir hale sokuyor. Bu sırada Pia, polisle beraber ipuçlarını takip etmeye çalışıyorlar. İnternet yayınını kapatmaya çalışıyorlar. Kısacası ellerinden geleni yapmayı çalıştılar. Elbette 5 milyon hatta daha fazla kişi tarafından izleniyor, araştırmalar sonucu Nick’in cesedi bulunuyor.
“Bu video eğer 5 milyon kişi tarafından izlenirse öleceğim.”
Her bölüm bir karakterin Nick’le olan ilişkisi anlatılıyor. Yani biz olayı 8 faklı bakış açısıyla izliyoruz. Olayların bu kişiler üzerindeki etkilerini, sosyal medyanın bu kişilerin hayatlarındaki yerlerini. Pia, bu hikâyede çok aktif bir şekilde rol alıyor. Abisine ne olduğunu, hakkındaki suçlamaların gerçekliğini çözmek için her şeyi yapıyor. Videoların direkt olarak internette yayınlanması nedeniyle, bu suç konusunu içine sosyal medyayı da alarak ilerliyor ve peşinden sürüklemeyi başarıyor. Arama çalışmaları bile internet üzerinden yapılıyor. Konu derinleştikçe, aslında konunun beklediğimiz gibi olmadığını görüyoruz. Her bölümün kendine has bir havası var. Bir yandan aile dramı görüyoruz. Bir yandan da aslında tanıdığımız bir insanın, sandığımız kişi olamayabileceğini anlıyoruz. Dizide tam bir şeyler çözülür gibi olacakken tekrar sarpa sarıyor ve böylece izleyici olarak bizi zinde tutmayı başarıyor. Diziden bir saniye bile kopmuyorsunuz. Hızlı akan bir konu var ortada. Sürekli olarak "Acaba?" diye katil tahmin etmeye çalışıyorsunuz.
“Birini öldürdüm.”
Genel olarak şunu söyleyebilirim ki, büyük bir mantık hatası yok. Rahatsız edici bir tarafı da yok. Sadece takıldığım nokta ki, aslında takılacak bir nokta değil belki, Pia’nın mükemmel bir İngilizceyle konuşması. Neden rahatsız etti bilmiyorum ama fazla iyi bir konuşması vardı. Günlük konuşma dilinden uzak geldi. Bunun dışında da diziyi sorgulamadım. O kadar iyi akıyor ki, bir günde diziyi bitirdim. Gözle görülür bir biçimde senaristler üzerinde çok çalışmış. Klasik bir kaç-kovala ya da polisiyenin dışına çıkmaya çalışmışlar. Başarmışlar da. Her bölüm aslında sizi sınıyor. Bir insana ne kadar güvenebilirsiniz ki? Dizi de çok açık bunu görüyoruz. En düzgün görünen insanın bile karanlık sırları olabilir ya da olmayabilir. Modernlik ile gelişen internet dünyası hakkındaki korkutucu gözüken zıtlıkları çözmenize belki bir nebze yardımcı olabilir. Şunu söyleyebilirim ki sonu beni inanılmaz şaşırttı. Tahmin edilemez bir son olmuş bence. Mutlaka şans verin. Bir de sosyal medyaya güvenmeyin.
Comments