top of page

Saklambaç

Hep kaçtıklarımıza yakalanırız. Yaşam belki de yolda oynanan bir saklambaçtır. Bu saklambacın ebesi de sobeleneni de hep aynı kişi. Kaçarken uğradığımız duraklar, gizlenmek için taktığımız maskeler, giydiğimiz kostümler, yanımıza aldıklarımız, cebimizden boşalttıklarımız… Yol, yoldur işte. Bazen bir nefes alışı kadar kısa, bazen sevdiğin birini beklediğin anlar kadar uzun. Yine de bu yolda hep bir kaçan bir de yakalanan olur. İnsanları kandırmak kolaydır. Bir yere kadar, birkaç saatliğine herkes kandırılabilir fakat oyuncu ağzından dökülen sözcüklere ve kendi içine baktığında yakalanır. Yani kendini sobeler. Sonra da merak eder hangisi gerçek diye. Belli bir süre bunu sorgular. Uğradığı duraklarda geçmişine yakalanır, yine sorgular. Yine de kendi saklambaç oyununu sürdürmeye devam eder.

Her gizlendiği köşede, her taktığı maskede biraz daha büyür. Daha önce gizlendiği duraklarda durup beklemişse ve bazı duraklara vaktinden geç vardığını fark etmişse, nasıl büyüyeceğini de öğrenmiştir. Büyürken büyümenin yollarını öğrenmiştir. Büyümekten vazgeçmeden öğrenmeye devam ediyordur. Ancak saklambaç, kurallarına uygun oynanır. Ebe saklanan oyuncuyu bulmaktan asla vazgeçmez. Saklanan da ebeden kaçmaktan vazgeçmez. Ebe, kurnaz ve inatçıdır. Oyuncusunu ararken ona zaman tanımayı da bilir fakat asla pes etmez. Muhakkak yakalar.

Henüz ilk yaramızı aldığımız zaman başlattığımız saklambaç, artık sonu gelmeyen bir oyundur. Var olduğumuz sürece bu oyunu oynamaya devam ederiz. Yani ebe de biziz ebeden saklanan da… Sonuçta insan, yarası bitmeyen bir savaşçıdır.





Commenti


bottom of page