Bugüne kadar hep hayallerden bahsettik. Hayal kurmaktan, hayal kırıklıklarından, hayal kuramamaktan, bir noktada tekrar hayal kurabilmekten. Biraz da gerçeklerden söz edelim isterim. Yaratılışımız gereği sorgulamadan kabul ettiğimiz, var olması hakkında hiç düşünmediğimiz gerçeklerden. Ve asla kabul edemediğimiz, hayatımız boyunca inkâr ederek bir anlamda kendimizle ve kendi dünyamızla mücadele ettiğimiz gerçeklerimizden…
Her insan zaman zaman mutsuz olur. Bazen bu mutsuzluğun sebebi açıkça bellidir. Bir sebep, bir suçlu ya da sorumlu aramak gerekmez. Bazense bunun sebebini ilk başta bilmeyiz. Sonradan anlarız. Önce anlayabilmek için bir mücadele veririz hatta. Neden mutsuzum? Ne yolunda değil hayatımda? Neye ihtiyacım var biraz mutlu hissedebilmek için? Aslında insanın kendi hayatında bu mutsuzluğun sebebini hemen bulabilmesi gerektiğini düşünebilirsiniz. Ama her zaman anlaşılmayabilir. Çünkü bazen insan hayatının rutininde yer alan bir şeyden mutsuz olmaya başlayabilir. Başta mutlulukla yaptığı bir şey artık ona iyi gelmeyebilir. Ve bu mutsuzluk sebebi çok sinsidir çünkü ne zamandır hayatında yer alan ve ona iyi geldiği düşünülen bir şey artık mutsuz ediyordur. Haliyle fark edilmesi zordur. Bazen de hayatında çok istediği bir değişiklik olur insanın. Onu çok mutlu edeceği düşüncesine sahiptir ama etmez. Onun gerçekleşmesi için hayaller kurarken ve bunun için çabalarken onu mutsuz edebileceği aklına gelmez tabi ki, gelemez. Fakat her planımız, her hayalimiz bizi mutlu etmeyebilir. Yani sebepli mutsuzluklar olabileceği gibi sebepsiz, anlam verilemeyen mutsuzluklar da mevcuttur insanın hayatında.
İnsan bazen onu mutsuz eden her neyse onu bulur, fark eder. Ve o mutsuzluğu giderebilmenin yollarını arar. Bu duyguyla baş etmeye, mücadele etmeye çalışır. O durumu her ne ise değiştirmek ister. Çünkü değişirse mutlu olacağını düşünür doğal olarak. Bazen değiştiremez. Bazen değiştirse de mutlu olamaz. Çünkü sorun o değildir. Ya da çözümü o değildir. Bu noktada insanın kendini tanıması, kendi hayatının farkında olması çok önemlidir. Çünkü çoğu zaman her insanın kendi mutluluğunu bir kenara bırakıp başkalarını mutlu etmenin peşine düşer. Ve bu o kadar sinsice hayatına işler ki bunun farkında bile olmaz. Oysa herkesin önceliği kendi olmalı, kendi hissiyatı olmalıdır. Kendi mutluluğunun ya da mutsuzluğunun farkında olmayan insanın hayata dair farkındalığı da azdır. Önce kendini bilmesi, ruhuna iyi gelecek şeyleri bilmesi ve beslemesi gerekir. Bunu yapamadığı takdirde hayatı bir mücadele çıkmazına girer. Öyle ki sürekli birileriyle, bir şeylerle mücadele ederken bulur kendini. Hatta bazen kendiyle mücadele eder. Kendini sırf hayatındaki insanlar mutlu olsun diye değişime zorlar, kendisi istemediği halde. En sağlıksız, en tehlikelisi de budur.
Hayat bir mücadele değildir halbuki. Hayatı biz bir mücadele haline getiriyoruz. Kendimizle, çevremizle mücadele ederek kendi kendimize zorlaştırıyoruz. Kendimizi, çevremizi değiştirmeye uğraşıyoruz sürekli olarak. Evet bazen hayatımızda değişim şart ve kaçınılmaz. Bu doğru. Ama bazen de hayatımızda, kendimizde, kendi hayatımızda olanları kabul etmemiz gerekir. Bazı şeyler değişmezdir ve hatta değişmemelidir. Bizi biz yapan, hayatımızı var eden bazı noktalar vardır. Bunlar değişmemelidir ki önce kendi hayatımızda sonra hayatımızda bir şekilde var olan herkesin hayatında anlamlı izler bırakabilelim. Velhasıl sevgili okur, öncelikle kimseye bir mutluluk sözümüz vaadimiz yok. Kendimize bile. Mutluluğu kabul edip yaşadığımız gibi, mutsuzluğu da kabul ediyor ve yaşanması gerektiği kadar yaşıyoruz. Yaşamalıyız. Bir de bir başkası mutlu olsun diye kendimizden ödün vermiyor, kendimizi kendimizle mücadele etmek zorunda bırakmıyoruz. Aslını yitiren hiçbir kimlikten hayır gelmez çünkü. Neysek oyuz, o halimizle en güzeliz ve en iyiyiz. Hayatımızın en değişmez gerçekleri olarak bunları kabul edersek her şey bizler için daha iyi olur diye umuyor, gözlerinizden öpüyorum. Sevgiler.
Opmerkingen