top of page

Müziği Seyretmek


 

Sinestezim bana neler yaşatıyor?


“Lütfen bu şarkıyı kapatır mısın? Kırmızı bir sis tabakası etrafı sarıyor ve ben kapkara bir tünelin içine düşüyorum gibi.”


“7’yi severim yeşil, kültürlü ve güvenilirdir. 5 ise sarı ve sinsi, 4’ün özgüvenini aşırı kıskanıyor.”

“Arabayı mı? Hmm… Morcivert, açık kırmızı, daha koyu kırmızı… G-24’e park ettik.”


“David Bowie’nin şarkıları genelde mor arka plana parlak yıldızlardan oluşuyor. Tatlı, neşeli, huzurlu bir gece gibi…”


Dediklerim size anlamsız gelse de benim için dinlediğim müziği anlatmanın veya rakam ve harfleri hatırlamamın oldukça sıradan yolları. Kısaca sinestezi; “birleşik duyum” ya da “birleşik his” diye adlandırabileceğimiz duyuların birlikte algılanması durumudur. Sinestezinin ne olduğu konusunda yüzlerce makale ve video olduğu için bu konuya daha fazla girmeyip, bir sinestezik olarak neler yaşıyorum anlatmak istedim.


Sinestezinin onlarca farklı türü vardır; Renkleri koklamak, harfleri tatmak, kokuları görmek… Ben iki farklı sinesteziye sahibim. İlki en sık görünen rakam ve harfleri renkli ayrıca kişiliklere sahip olarak algılama, diğeri ise biraz daha nadir rastlanan seslerin renklerini ve şekillerini görebilme. Örneğin; B harfi koyu mavi, babacan, bir adam bu yüzden B harfini hep sevmişimdir. H harfi ise kahverengi aşırı dedikoducu bir kadın benim için. Bu yüzden ileride bir çocuğum olursa adının H harfi ile başlayacağını sanmıyorum, aynı şekilde onun erkek versiyonu F ile de.



Yukarıdaki görsellerde rakamlar ve harfleri renklerini algıladığım haliyle görebilirsiniz.


Ördek sesi beyaz içine sarı iç içe 2 ters üçgenden oluşuyor, üstte kalan kısmında gri tırtıklar bulunmakta. Kendi kedimin genelde sabahları çıkardığı çok kısık ve kısa miyavlaması yaklaşık olarak aşağıda çizdiğim görüntüye sahip. Seslerin tonları, titreşimi değişken olduğu için net bir görüntü çizebilmek kolay olmasa da sesin ardından aklımda kalan en net ve basit şekildeki hallerini resmetmeye çalıştım. Ayrıca bu algılamaların sinestezik olan kişiden kişiye değiştiğini fakat sinestezik kişi için hiçbir zaman değişkenlik göstermediğini belirtmek isterim.


Doğdum doğalı normalim bu olduğu için ve haliyle aile büyüklerimin o zamanlar sinezteziden bir haber olmasından, bu durumu herkeste olmayan bir farklılık olduğunu ancak 18–19 yaşlarında öğrendim. Weeds adlı dizideki bir karakter olan Doug Wilson’un bir kelimenin rengini söyleyip ardından “Bende sinestezi var da.” demesi üzerine gözlerim yuvalarından fırlamış, o an neden insanlara “Benim adım fuşya çünkü C ile başlıyor, seninki sarı çünkü M ile başlıyor.” dediğimde anlaşılmadığımı anlamıştım. Biraz daha araştırdığımda fark ettim ki çocukluğumda, insanların eğlendiği şarkıların beni korkutması benim (sadece) korkak bir çocuk olmamdan kaynaklanmıyormuş. Kapatın diye yalvardığım o şarkıda arkadan gelen devasa, bıçak gibi sivri üçgenler benden başka kimseyi rahatsız etmiyor, çünkü onları görmüyorlarmış.


Müzik, kuşkusuz en sevdiğim sanat dalı olsa da küçük yaşlarda akşamları müzik dinlemekten korkardım. Kuzenimle bilgisayarda oyun oynarken sık sık müzik açacağım/açmayacaksın kavgalarıyla geçiyordu gecelerimiz. Hatta şimdi bile eğer tek başımaysam gece yarılarında, özellikle çok hakim olmadığım şarkıları dinlediğimi pek söyleyemem. Müzik dinlerken o zaman da şimdi olduğu gibi neyle karşılaşacağımı bilemediğimden, beni ürkütüp ruhumu sıkıştırabilecek görsellerden kaçabilmek adına, yatmama kısa süre kala müzik dinlemekten kaçındım.


Müziğin bir insanı iyi veya kötü ne kadar etkileyebileceğini o yaşlarda kimseye açıklayamazdım. Oysa kapkara sisten oluşmuş kötü melekler etrafımda uçmaya başlayabilir, aniden bedenimin içinden geçerek ardından etrafa sarıdan kırmızıya giden tonlarda izler bırakarak beni korkutabilirdi. Timo Maas ft. Kelis'in Help Me adlı parçasından söz ediyorum. Çocukluğumun şimdiye taşınmış büyük travması… Annemin bayılarak inatla dinlediği şarkıyı yalvararak kapattırmaya çalışır bir türlü korkunun nedenini anlamasını sağlayamazdım. Ve hala insanlara muhtemelen eğlenceli gelen bu şarkıyı duyduğumda, gördüğüm renk ve şekiller sebebiyle içten içe karşı koyamadığım bir tedirginliğe kapılmaktayım.


Rahatsızlık, tedirginlik veren şekillerin yanında yetersiz görsellere sahip müzikleri dinlemekten de kaçındım. Sevmediğim müzik türlerine, müzisyenlere karşı oldukça katı ve aşağılayıcı olabilmemin, dinlemeyi reddetmemin altında yatan sebep kendini beğenmiş veya çokbilmişlikten ziyade, sinestezimden kaynaklıydı. Üst komşunun dikenli matkap sesinden, ağlaması bitmeyen bir bebeğin gözlerime doğru fırlayan zikzak oklarından rahatsız olduğum gibi rahatsız olabiliyor, tıpkı görselini beğenmediğim kendi sesim gibi sevemeyebiliyordum.


Tüm bunlara rağmen işin pozitif yanına baktığımızda negatif yanlarını da eğlenceli görmüyor değilim. Bir şarkıyı dinlerken sadece duyuyor olmak nasıldır hiçbir fikrim yok. Benim için beynimin içinde aniden başlayan karnavalı izlemek ve kulaklarıma dolan notaları duymak birbirinden ayrılması imkânsız iki şey oldu her zaman. “15 dakika geç kalacağım.” diye haber verdiğim mesajların asıl sebebi, yolda keyifle bir parçayı dinleyip/izlerken ineceğim durağı kaçırmış olmamdı genellikle. Bazen dinlediğim şarkı, o kadar canlı ve o anki ruh halime o kadar hitap eden görsellere sahip oluyor ki bütün o pembe bulutları, gökkuşağının renklerinde güneş ışınlarını, en alttan ritmik şekilde gelen pırıltılı küreleri kalbimi çıkartacakmışçasına beni heyecanlandırmış olmasına kapılıyor ve Mecidiyeköy’de değil Zincirlikuyu’da iniyorum metrobüsten.


Belki bu yüzdendir ki aklıma bir yazı fikri geldiğinde hep yolda oluyorum. İnsanların uzak bulduğu 1 saatlik mesafe, benim için başka hiçbir şeyle ilgilenmeden sadece ama sadece müziği dinleyip seyredebileceğim, beynimin içindeki bir rüyada vakit geçireceğim, kimi zaman yeterli bile gelmeyen ilham perilerimle görüşebileceğim 1 saat anlamına gelmekte.

Küçük yaşlarımdan beri iyi bir roman okumaktan ve müzik dinlemekten aldığım zevke olan bağımlılığım, hayatta en sevdiğim iki aktivite olarak belirtebileceğim kadar yaşamımda yer kapladı. Okuduğum kelimelerin renklerinin ağzımda bıraktığı tadını, ekrana bakmaya asla değişemedim. ,sözsüz fakat dolu dolu bir müzik dinlerken, evrendeki her bir yıldızla ve gezegenle bir olmuş okyanus dalgalarının, göğüs kafesime vurmasını öyle seviyorum ki, alt yapısında tek bir beatin devam ettiği, peş peşe hızlıca sıralanmış sözlerin olduğu şarkılara bir türlü anlam veremedim.


Bana güzel hisler yaşatan çok farklı müzik türlerini/müzisyenleri sevdim. Her biri bambaşka temalar olarak aklıma kazındı. Beethoven dinlerken eski bir kitabın yıpranmış sayfaları arasında bembeyaz kocaman kürelerin peşinden koştum. Boris Brejcha’da zifiri karanlıkta sahil kenarında, aniden ortaya çıkan minik mavi neon ışık huzmelerinin arasından farklı renklerde olanları yakalamaya çalıştım. Mor, pembe, beyaz bazen hiç alakası olmayan yeşil… Lady Gaga’nın dudaklarından çıkan pembe kurdeleleriyle sarmalandım. Lise yıllarım, sonbaharda bir ormanın ortasında kırmızı ve ona uyumsuz kahverengiden oluşan sisler arasında kaybolmakla geçti Epica’nın şarkılarıyla. Yasemin Mori ile siyah beyaz küpleri tekmeleyip üzerlerine kırmızı, bazen pembe, lacivert boyalar döküp renklendirdim zihnimin dört bir yanını. Ve tabii ki kalbimin 1 numarası The Beatles… Bana hissettirdiklerini, onları neden ve nasıl sevdiğimi tam olarak anlatmamın hiçbir yolu yok. Tüm renklerin en canlı haliyle boyanmış doğa ananın koynunda yaşayan, görkemli, güven verici, sımsıcak ve yemyeşil Hayat Ağacı’nın dalları arasında bir bebek gibi hissetmenin tam olarak açıklayabilmenin bir yolunu bilemiyorum.


The Beatles’ın Within You Without You adlı parçasını dinlerken gördüklerimi yaklaşık olarak çizmeye çalıştım.



Sinestezim bazen rahatsızlık verdi bazen mutluluk. Bu şarkıyı kapatın diye sızlandığım da oldu, bir şarkıda mutluluktan ağladığım da. Kişinin sırf ses tonunun şeklini beğenmedim diye ondan kaçtığım da oldu, sevdiğim için saatlerce konuşmak istediğim de. Kimi yazarlar, müzisyenler tanrım oldu. Uyumu sevdim, uyumsuzluğun uyumunu yakalayan sanatçıları daha çok sevdim. Beni bambaşka diyarlara götüren kişilere hep gıpta ettim. Müzik ve edebiyat asla öylesine zaman doldurmak için başvurduğum, arkada çalsın diye gördüğüm sanat dalları olmadı benim için. Uyanıkken de rüya görebilmemi sağlayan ilham, mutluluk, zevk ve yaşama kaynaklarım, yaşamak için gerekli olan ihtiyaçlarım oldu.


Sizi mutlu eden müziğin ve kelimelerin renkleriyle bezenmemiş bir gün dahi geçirmemeniz dileğiyle…

 

תגובות


bottom of page