top of page
Writer's pictureesmaofthesmiles

MULTIARTS

 

"MULTİARTS" TEORİSİNE DAİR TEFRİKA BÖLÜM BİR

Sanat teorileri, Antik Çağ'dan bu güne değin coşkulu bir nehir misali önüne üretici topraklarn kattıklarıyla kapasitesini genişletiyor, derinleştiriyor ve yoğunlaştırıyor. Bu serüvende yaygın olarak bilinen üç görüşü, kurucularını da yad ederek tanımlayacağım. Sanatı taklit, yaratım ve oyun olarak tahayyül eden başat isimler Platon, Benedetto Croce, Schiller'dir.

Yunanca "taklit" manasına gelen "mimesis" teorisi varlık felsefesinden de hayli aşina olunan Platon'un, ardından da Aristoteles'in zihin işçiliğinden geçmiştir. Platon'a göre gerçek olan idealar evreni ile somutluk çizgisinde yükseler olgular evreni arasında ışık-gölge etkileşimine benzer bir ilişkilenme vardır. İdealar aleminin bir yansıması (simetrik), gölgesi (öteleme) veyahut bir kopyasıdır (nüsha).Yaşanan dünya tasavvurdan, hakiki dünya tahayyülden oluşur. Biri kavramın, diğeri vücüt bulmanın ürünüdür. Platon'a göre sanat, taklidin taklididir ve kişiyi hakikatten uzaklaştıran bir dolaylamadır, kötücüldür. Özgür öğretimin bir örneğini de veren Platon'un öğrencisi olan Aristoteles, yıllarca öğrenim gördüğü hocasından farklı düşünebilmeyi başarmıştır. Ona göre sanat; doğanın başlatıcısı olduğu, mükemmelliğe dönüşümün tamamlayıcı bir evresidir.

Sanat teorilerinden "taklit olarak sanat" görüşünü açıklamamın nedeni gerçekçilik akımı anlamına gelen realizmin kökenini nereden aldığına dair bir lineer kronolojik grafik çizmek istememdir. Bilgileri kategorize ederek düzenli bir zihin haritası çizmek akıl yürütme geleneğimin disiplin unsurudur. Bu sebeple sizleri benim düşünme, anlama sürecimin tamamına tanık (şahit) kılıyorum.

Gerçekçilik akımından bahsedecek olursam bunu, Dostoyevski'nin 'Suç ve Ceza' romanına Mazlum Beyhan'ın yazdığı öncül metinden alıntılayarak yapmak isterim; "19. yüzyıl başlarının romantik yazarları,'orta halli' hayata, hayatın 'olağanlıklarına' karşı insanın giriştiği her türlü isyanı yüceltiyorlardı. 19. yüz yılın ikinci yarısında çok daha karmaşık tarihsel koşulların geçerli olduğu bir dönemde yaşayan Dostoyevski ise yalnızca romanının kahramanını çevreleyen dış dünya koşullarının değil, kahramanının davranışlarına yön veren öznel koşulların da felsefi ve psikolojik çözümlemesini yapmıştır. Bu durum, 'Suç ve Ceza' romanına, öncellerince böylesine çok yönlü ve keskin biçimde dile getirilmemiş pek çok sorunu ilk kez dile getirenlerden biri olma özelliğini kazandırmıştır."

Italo Calvino'nun öykücülüğünden bahsedebilmem için şimdi de bir diğer jargon sözcük grubu "Yeni Gerçekçilik" akımına dair aydınlanmam ve böylelikle anlamlandırmamın yolculuğuna çıkacağız. Yazılarımın sanata dair okunmayı uman bir metin değil de kendini okutturan- okunmayı bizzat talep eden davetkar bir tavrı olması bilinçli seçimimdir.

Yeni Gerçekçilik akımı köklerini 19. yüz yıl sonlarında edebi ve plastik sanatlarda daha çok kendini gösteren realizm akımından alır. Her ne kadar İtalya'da yeniden canlanmışsa da tüm dünyayı etkisi altına alabilmiş ve daha çok dramatik (gösteri) sanatında egemen olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle faşit Mussolini ideolojisi tarihin karanlık ve kanlı sayfalarında aşırı etnik milliyetçilik ve emperyalizmin ibretlik sonunu yazmıştır. Ardında işsizlik, suç grafiğinde yükseliş, kırsal nüfüsun toparlanma sürecinin geç ve güç oluşu ve en çok da beklentilerin ışığını kaybedişiyle umutsuzluğu getirmiştir.

Bana biribirini hatırlatan , farklı iki sanat dalındaki eseri birlikte ele almak istedim. Bu 'bakışımlı bir multiarts okuması' olarak adlandırdığım teorisi bana ait, yardımlaşmaya dayanan kolektif anlamlandırma akımıdır. Sanat eserlerini dal ayrımı yapmadan, tıpkı sınırsız bir dünya hayali gibi 'birlikte yaşamanın kolaylaştırıcısı' olarak 'anlamaya çalışmanızı' arzu ederim. Bu fikre katılmasanız dahi anlamaya yönelik 'çabanız' sizi daha medeni (uygar) ve çalışkan kılacaktır.

Eşleştirdiğim ilk eser çifti İtalo Calvino'nun 'Karga Sona Kaldı' öykü kitabından ve 15. İstanbul Bienali'nden Volkan Aslan'ın "Evim Evim Güzel Evim" isimli video enstalasyonundan oluşmuştur:

Kadrajda ilk göze çarpan doğa unsurlarıdır. Tıpkı Italo Calvino'nun öykü kitabındaki gibi çevreyi; deniz, orman, gök yüzü oluşturuyor. Bu kitaptaki doğal mekanlar, tarih boyunca insanın evrenin yaratılışına dair sorular neticesinde oluşmuş seyyar ruhi karmaşası için daima dinlendirici bir otoanaliz kanepesi olmuştur.Bu tıpkı enstalasyondaki su karavanı denilebilecek tekne-ev karması yapının önünde oturan kadının manzaraya sabitlenmiş gözleriyle kendini dinlemesi gibidir.

Calvino'nun eserinde kurban ile celladını yaşam-ölüm gerilimindeki,davası ile mayın tarlası girdabındaki bireyin ironik (alaylı kinaye-mizah) portresini görürüz.Sanatçı Aslan ise, bu paradoksal (tezat) havayı, bireyin içinde bulunduğu mekanın sınır-sınırsızlık meselesini -yakınların uzak ve uzakların yakın olduğu- yerleşiklik-göçebelik kavramları üzerinden yansıtmıştır. Toplumun parçası bireylerin iletişimsizlik sebebiyle birbirini kolaylıkla ötekileştirmesini, bu yabancılığın aitlik ve güven ihtiyaçlarından kişiyi yoksun kılışını, ev metaforu vasıtasıyla içeri -dışarı mimarileri arasındaki geçişkenliği görmekteyiz.

İkinci ve bu yazı için sonlandırmış olduğum ilişkilendirmeleri tefrika halinde yayınlayacağım dergimizde devam eden yazılar sayesinde.

Kitaba adını veren öyküdeyse savaşın failleriyle manipülatörlerinin farkındalık düzeyleri eleştirilir.Benzer bir temayı işleyen Lee Miller ve David Scherman'ın 'İkinci Cihan Harbi' esnasında çektiği tarihi fotoğraflar bu öyküyü anlama çabasına katkı sağlayacaktır. Savaşın saçmalığını anlatabilmek adına çekilen bu fotoğraflar şu unsurları içerir:

Önceki mesleği mankenlik olan Miller, Hitler'in özel banyosunda duş alırmış gibi bir görüntü vermek için Scherman'dan yardım ister. Bir diğer fotoğrafta, Hitler'in sevgilisi olan Eva Braun'un kız kardeşinin yatağında çektirdiği fotoğraflar ise sahicidir. Hitler ve sevgilisi aynı gün yer altı sığınaklarında intihara hazırlanırken Eva Braun'un evinde keyifli bir uyku sürer Lee Miller.

Unheimlich, Almancada "tekinsiz" anlamına gelir. Bire bir çeviride ise "ev gibi olmayan" demektir.Türk Edebiyatında Tanzimat denince akla gelen "yabancılaşma"unsuru ile benim kanaatimce aynı yöne giden paralel ışınlardır.. "Unheimlich", Almanyada tanıdık ve alışılmış olunan yerlerin en başında gelen evin; daha sonra dehşet veren ve tuhaf görünen yerlere dönüşümünü anlatmak için yaygın olarak kullanılır." Yabancılaşma" ise Türkiyede aynı şekilde yoğunlukla islenmiş bir kalıptır.

"Karga Sona Kaldı"da ise kanaat önderlerinin yönlendirdiği savaşlara, ateşe attıkları faillerin bihaber oluşlarına dikkat çekilir. Faillerin büyülenmiş bir şekilde savaş gibi bir bozgunu nasıl olağan ve sıradanlaştırdığını, içinde bulundukları sürü psikolojisinin ve duyarsızlaşmanın sadece algı kapılarını değil; medeni insan hislerini de körelttiğini görürüz. Aynı şekilde Hannah Arendt'in 'Kötülüğün Sıradanlığı' adlı eserine atıfta bulunan Miller ve Scherman'ın anlatmak istedikleri ise madalyonun diğer yüzünü gösterir.


ESMA ASLANTAŞ

 

Comments


bottom of page