Sayalım dedik de konunun buralara geleceğini nereden bilecektik. Bir şeyleri öğrenmeye çalışırken en öncesini ve insanla olan birlikteliğini araştırmaya çalışıyorum. Durduk yere çıkmamıştır ya, bir eksikliği gidermek için ortaya çıkmıştır, değil mi?
Geçtiğimiz günlerden birinde “Hayvan Evleri” isimli bir belgesele rastladım. Kuşların yuvalarını nasıl yaptıklarını anlatan bir bölümünde bir çömlekçi kuş çifti vardı, kerpiçten yaptığımız evlerin benzerlerinin nasıl yapıldığını gösterdiler. Dokumacı kuşları da görseniz, ilmek ilmek ördü dallardan yuvasını…
Tesadüf bu ya birkaç hafta önce de Instagram'da bir hesaba, denk geldim: "fashion.biologique”. Defilelerde sergilenen çarpıcı elbise desenlerinin, neredeyse aynısı olan bitki, hayvan ve böcek türleriyle birlikte paylaşan bir araştırmacı. Nasıl böyle bir şey olabilir? Moda özgünlük, hayal gücü, kreatiflik değil miydi?
Sonra biraz düşündüm. Peki ya Matematik? O da acaba doğada bir şeye benziyor olabilir miydi? Hayır, Matematik tamamen suniydi. Aslında, doğayı daha iyi anlamak için ürettiğimiz sembollerdi. Zamanla o kadar karmaşık hale geldi ki; işin içinden çıkamayıp, mantığa uygun davranan insanı, bildiğimiz adıyla Aristo, modelleyerek bilgisayar denen şeyi bulduk. “Evet ve Hayır”lardan; başka deyişle “0 ve 1”lerden oluşan bir sistem kurduk. Sonra bir şey fark ettik; mantığımız öyle çalışmıyormuş (bkz.bulanık mantık).
Matematik, yazının icadı ile mi ortaya çıkmıştı? Ya da insanların bir arada yaşamaya başlamasıyla, sayması gereken mülkleri mi artmıştı? Ticaret başlayınca kayıt tutması gerekiyordu büyük ihtimalle, akılda tutmak da zor. “Söz uçar yazı kalır.” demiş olabilirler. Kayıtları tutarken, sayıları harf harf yazmak zor olmalıydı, o zaman bazı semboller bulalım, yazması anlaması kolay olsun demişlerdi belki. Hafta 7 gündür, gün 24 saattir ama 10’luk sayı sistemini seçmişler daha çok. Hesaplaması kolay belki ondan, belki de parmak hesabı için. Sonra etraflarındaki nesneleri tanımlamak istemişler, bunu da o nesnelere benzeterek inşa ettikleri yapılardan anlıyoruz. Çok boyutlu görmemize rağmen; nedense 2 boyutlu ölçmeye çalışmışlar. Adına da Geometri demişler. Çizgiler arasında bazı bağlantılar bulmaya çalışmışlar, bulmuşlar da. “Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir.” demiş Öklid.
Sayılar üzerinde çalışmış bilim adamları, sayıları şöyle bölünce hep aynı sayı çıkıyor; ya da hep aynı sayıyla çarpınca bu çıkıyor… Sonra 3.boyut da eklenmiş gördüğümüze yakın olsun diye. Teknik resim çizmemiz lazım diye düşünmüşler, çünkü 3 boyut da yetmemiş. Önden bakınca, yandan bakınca ve üstten bakınca diye farklı boyutları da görmeye çalışmışız.
Hesapla, hesapla… Ama bir yerde eksik bir veri çıkıyor, yanlış bir hesap oluyor ve hesaplar tutmuyor. Tabi, Einstein gibi uzayda da işe yarayan yasalar da çıkmıyor değil. Baktığımızda gördüğümüz şeyleri sayılarla ifade etmek en büyük hobimiz. Halbuki yağmurun geldiğini anlıyoruz bulutlardan, basketbol oynarken gelen topun önümüze ne zaman düşeceğini hesap yapmadan çoğunlukla hissediyoruz. Kedi ile köpeği birbirinden ayırt ederken sayılara ihtiyacımız yok. Buna insani düşünce dersek, makineler de böyle düşünebilir mi diyerek yapay zekayı bulmaya çalışıyoruz.
Bizim gibi öğrensin bu makine ama bizim tıkandığımız karmaşık problemleri şıppadanak çözüversin, bizim limitlerimizi aşsın istiyoruz. Sayıları kenara koyup sadece olayı anlatıyoruz bilgisayara. Bir yıl boyunca her gün havaya baktım, şu gün bulutlar geçti yağmur yağdı, şu gün soğuk oldu kar yağdı. Söyle bilgisayar, sence 3 hafta sonra hava nasıl olur?
Bulunduğumuz zamanda halen doğayı birebir taklit edebilmiş değiliz sanki, çünkü kullandığımız yöntemler yetmiyor. Matematik yetmiyor, geometri yetmiyor. Artık bakış açımızı genişletip, doğayı ve insanı daha iyi anlamamız gereken zamanlardayız. Bilimi çok ciddi bir iş gibi değil; çok doğal bir iş gibi düşünerek başlamak belki bir çözüm olabilir. Siz ne dersiniz?
Comments