top of page
Writer's pictureAyetullah Turabi

Masaladandik

Updated: Aug 17, 2022


Bana esaretten bazı mecmuaların yakıldığı öğretildi. “gibi” ile “bazı” ‘nın muhteşem çekişmezliğinde benim yerimii yok sayan Sayın Edebiyat ve Felsefe ve Portakal Kabuğu Kokusu Seven Romantikler diyagramında sempozyum masası olarak bulundum. Birbirlerine şiirsel şehirsellik içinde aşkı öğütlemelerini benimseyip onların gerçekliğinde kaybolurken bir an olsun, dünyanın bu bukalemun suratlılar arasında yok olmasını istedim. Zekiyseniz hayat zor çirkinseniz zeki olmak zorundasınız, mottosuyla adım atarlarken gerçeğin sorgulayıcılığı tahtalarımı bir bir gıcırdattı.

Keşke meclise bir masa olsaydım. En azından cilam yağım tam, derdim. Kuzenim Nurettin’in yeri gıcır tabi. O zamanlar daha ikimiz bir meşe ağacıyız. Topraklarda satılmamış henüz. Gıyasettin anlatırken yemin ediyor, önünde el sıkışılmış. Bu mevsim yağmur gelmez, talan olur falan filan buralarda ağaçlı topluluklar. Bence ayın yerini güneş almaya kalkarsa olacağı budur. Bu mecazlı söyleşilere karşı onlarında birkaç sözü vardır, elbette Edebiyat ve Felsefe şeycileri yok mu? Onlar işte.

Neyse benim bahar meselesine bakışımı kimse sormadı ama ben yine de söyleyeyim. Kış asla bizi yıkmadı, öldürmedi. İnsanoğlunun algısı biraz kapitalist işlerdi: “Bir şey ürün veriyorsa yaşardı. Vermiyorsa zaten canı cehenneme yaşasa neydi?” Kafasıyla bir çok harabiyet saklanır ve şehirden köye, köyden meraya hatta otlamaya doğru göçler çoğalırdı. Biz bilirdik. Tanrının işine gücüne dert değmesin, vermesi gereken yere beyin vermişte dil verememiş. Bin yıllık bu topraklarda yaşayıp hiç konuşamadan bir masa olmuş olsam bile! Ben çok hikaye tanıdım.

Kamyon römorklarında kalas olarak satışlara sunulduğum fahişeliğimin garip sessizliğini maragoz atölyesinde yamağın ustasına yaranma ürünüyüm. Harçlık artsında mahallede ki kızı bir şeyler içirmeye çıkarabisin. O zamanlar Yılmaz Güney’ler, Sadri Alışıklar film yapıyor. Kız kardeşim, onun filminde ki Mahkeme Masası. Şimdilerde nerede olduğunu bilmiyorum. Yılmaz Güney, sert mert yapıyor yani. Vuruyor kırıyor. Ama Yılmaz Abi yani! Benim halim daha beterden beter. “Beterin beteri var”, lafını yeni icat etmişiz. Salağın birine de o bulmuş gibi de ilham etmişiz, de derviş olmuş süt kalası. Hakkımızı nasıl ödeyeceksiniz, helal değil!

Duvara resim çerçevesi olup da hayatının güzel olduğunu idrak edebilen biri yoktur. Bu konuyu anlamaya çalışanın da zaten aklından şüphe ederim. Kaç insan sırtında çivi ile dolaşır, bir tane İsa’ya hükmettiniz anam başınız başınız ayrı oynadı. Garibanın avucunda bir çivi sırtında büyük dedem Hüsam! Ne çok anlattılar o geceyi. Bu Portakal’larda sanıyor yaşamak öyle bir şeydir. “Ben bu çağın mahsülü değilim” isyanına lale soğanı! Kendini bir nimetten sayıyor. Elam. Kim ne derse desin bu dünyaya böyle gelmek en zorun! Kim ne derse desin, zaten değerlenecek bir lafa işaret etmiyor. Zaten edecek olsa burada bu edebiyat zorbalığına maruz kalmazdım. Hatta kendimi anlatırken bile ellerine sürdükleri çiçek kokuları üzerime siniyorken dikkatimi size bir şeyler anlatmak için toplayamıyorum.

Hastalanıyorum galiba. Bir iki yudum cila birası sömürsem kendime gelirim de, bunların İngiliz varyantları bile çaya su koyuyorken bunlar hala koyu ağaç suyu tüketmeyi bir meziyetten muhallebiliyor. Siz bunu bir intihar mektubu olarak okurken bu Portakal kabuğu kokusu manyakları üzerime rönesanstan kalma saçma Lale çiçeği koyup bir şeyler okurken ben artık yaşamaktan “yaşamak” manasını çıkararak zaman geçirme telefiyeti hissediyorum. Sanırım, devrim olacaksa Ulu Meşelere olmalı, örgütün yeni karargahı Kayın Ormanıyken ağalar federasyonu bulamaz, diye umut edeceklerdir. Ben bir sonra ki hayatta aptalinsanoğlununtorun varyantına denk gelmek istemiyorum. Vazgeçtim, Sadri Alışık güzellemesi! Tanrı, Gepetto’yu kutsasın. Yaşasın Pinokyo!

Commentaires


bottom of page