19. yüzyılın ortalarından itibaren Batı sanatında belirginleşmeye başlayan modern sanat anlayışına dair arayışlar 20. yüzyılın başı ile daha da belirgin hale gelmiştir. Bu akımlardan Kübizm, Paris’te 1908’den itibaren özellikle İspanyol ressam Pablo Picasso ile Fransız ressam George Braque’ın öncülüğünde gelişmiş ve çizgi ile biçime odaklanarak yeni bir görsel dil yaratmıştır. Resmin üç boyuttan iki boyuta indirgenmesi, biçimlerin yapısal analizinin yapılması ve geometrik bir vurgu ile tekrardan yorumlanarak oluşturulması kübizmin genel nitelikleridir. Resmin yüzeyinde parçalanan ve farklı açılardan görüntüsü aynı anda yansıtılan biçimler hacim, perspektif ve derinlik gibi kavramların karmaşık ve anlaşılmaz olduğu bir atmosfer yaratmaktadır Pablo Picasso, George Braque, Juan Gris ve Fernand Leger Kübist anlayışta eserler veren ressamların en öne çıkanlarıydı. Heykel alanında ise yine Picasso’nun yanı sıra Jacques Lipschitz ve Henri Laurens’ın ismi geçse de Kübist heykel genel olarak sınırlı ve geri planda kalan bir alan oldu. Bunun sebebi belki de zaten üç boyutu iki boyuta indirme arzusunda olan Kübizmin, doğası gereği üç boyutlu olan heykel sanatı için çok önemli görülmeyişiydi.
Picasso’nun Kübizm'i anlatırken onun müzik, matematik, fizik, psikanaliz vb. alanlarla ilişkilendirilerek yorumlanmasına karşı olduğu ve kübizmin resim sanatı dışında bir ilgi alanı olmadığını dile getirdiği bilinmekle beraber; bu akımın modern sanatın oluşumu ve gelişimine katkısı, diğer sanat dallarına etkisi ve modern hayat algısı çerçevesinde tasarıma etkisi yadsınamaz.
Nesnenin iç ve dış hatlarını parçalayan ve hacimsel, yapısal ve mekansal sorunları üzerine yoğunlaşan Kübizm'in ilk dönemi Analitik Kübizm olarak adlandırılır. 1912 itibari ile tanımlanan ve Sentetik Kübizm olarak isimlendirilen ikinci dönemde ise Braque ve Picasso’nun boyaya kum, talaş gibi malzemeler kattığı ve resim yüzeyine baskılı kumaşlar ile kağıtlar yapıştırarak kolaj tekniğini kullandığı eserler öne çıkar Avrupa’daki zenginlik ve teknolojik gelişmeler ile başlayan modern hayat algısı, özellikle 1. Dünya Savaşı süresince ve sonrasında kadının toplumsal rolünü de değiştirmiş; onu hayatın içinde çalışan, spor yapan ve önceki dönemlere kıyasla kendi kararlarını verebilen bir birey haline getirmişti.
Savaş sırasında pratikleşen ve sadeleşen hayat pratikleri giysilere de yansımış, Art Nouveau anlayışının kavisli biçimleri ve ağır işlemeleri bu yeni hayata uyumsuz olduğu için sadeleşmek durumunda kalmıştı. Kübizm, hem dönemin modern hayat anlayışının sanattaki yansımalarından biri olmuş, hem de kendisi bu modern anlayışı tüm toplumsal ve kültürel değerlerde geçerli bir hale getirdiği için dönemin aurasını pekiştirmişti.
Kübizm, doğadaki figürleri üç boyuttan iki boyuta indirgemiş ve geometrik analizini yapmıştır. Birçok açıdan aynı anda figürü yansıtmak isterken onu parçalamış ve yeni bir bakış açısı ile tekrar oluşturmuştur. Böylece figürler biçimsel olarak oldukça soyutlanmıştır. Bu soyutlama resmin hacim, perspektif gibi unsurlarını ortadan kaldırırken rengi de arka plana atmıştır. Art Deco tasarımlarına giysi özelinde baktığımızda ise üç boyutlu, katı, yuvarlak, kavisli, statik ve abartılı biçimlerin yerini, üç boyutlu tanımlanan bedeni sarsa da göreceli olarak daha iki boyutlu hissedilen, yumuşak, akışkan, dörtgen, düz, çizgisel, sade ve basit biçimlerin aldığını söylemek mümkündür. Bu bahsedilen özelliklerin birçoğu Kübist resimlerde de gözlenmektedir. Moda tarihinin son üç yüzyılına bakıldığında kadın figürünün küçük değişiklikler dışında genel olarak kavisler ve abartı silüetler içinde tanımlandığını söylemek mümkündür. Bu sebeple 20. yüzyılın başındaki bu modern kırılma sıra dışı, ezber bozan ve çok önemli bir gelişmedir.
Özüdoğru’ya göre Kübizm ile moda arasında kurulabilecek bir paralellik hazır giyim sektörünün standartlaşmış beden ölçülerini referans alarak üretimde kullandığı kalıplar ve Kübist sanatçıların dünyayı geometrik formlar olarak temsil etme gayretidir. Hazır giyim sanayisi tarafından kullanılan kalıplarda giysi yapısı insan bedenine oturacak şekilde çeşitli geometrik düzenlemelerle oluşturuluyor. Kübist resimde de nesneler normal biçimlerinde fakat konuya ve tabloya göre değişen geometrik bir düzen içinde parçalanmış halde.
Moda ve Kübist resimler arasındaki başka bir görsel benzerlik birbirine yakın dönemlerde iki alandaki çalışmalarda da renk kullanımının azalmasıdır. Dönemin kübist resminde renk kullanımı sıklıkla yeşil, gri ve kahve tonları ile sınırlıyken, moda tasarımlarında da Birinci Dünya Savaşı nedeniyle giyimde koyu tonlara yönelindi. Burada asıl amaç savaşa giden erkeklerin yerini, günlük hayattaki işlerde alan kadınların giysilerinin kir tutmaması ve yasın yansıtılması. Gündelik hayatta aktif roller almaya başlayan kadınlar kıyafetlerinde siyah ya da koyu tonlardaki renkleri tercih etmişlerdir. Üst sınıftan kadınlar ve savaş bölgesinin dışında yaşayanlar da tek renk kıyafetlere bürünmüşlerdir.
Kübizm akımı ile ilişkilendirilebilecek belki de en ilgi çekici tasarımın ise Coco Chanel tarafından tasarlanan “Küçük Siyah Elbise” olduğu söylenebilir. Efsanevi moda tasarımcısı Coco Chanel tarafından 1926 yılında tasarlanan “Little Black Dress” siyah elbise modeli, yeni bir moda trendi yaratarak moda sektöründe bir çığır açmıştır. Chanel’in bu tasarımı
ve haute couture’un arasında durmaktadır. Giysi sektörü mümkün olduğunca sadeleşmiş, gerektiğinde uzatılıp kısaltılabilen geometrik şekillerin düzenlemesine indirgenmiştir. Bedenin çevresini saran hacimden tamamen uzaklaşılmış, giysi bedene oturan kumaşlara indirgenmiştir.
Öyle ki Oscar De La Renta‘nın 2012 tarihli koleksiyonu baştan aşağı Pablo Picasso, Juan Gris ve Georges Braque izleri taşıyor. Akımın etkilerini açıkça görebildiğimiz bir diğer koleksiyon ise Saint Laurent‘e ait. Picasso, Braque ve genel anlamda Kübizm'den ilhamını alan 1988 koleksiyonu, bozulmuş geometrik formları ve devasa güvercin motifleri ile günlük kullanım için pratik olmasa da sıradandan uzaklaşmıştır. Cesur bir “fashion statement”.
Günümüz tasarımcılarından Christian Francis Roth, Ronaldus Shamask , Rei Kawakubo gibi tasarımcılar Kübizm'in dinamiklerini kullanarak çeşitli kıyafetler tasarlamaya devam etmektedirler. Ancak Richard Martin’in belirttiği gibi Kübizm ve moda arasındaki ilişki görsel bir benzerlikten ötedir
Kübist ressamlar tuvalin düzlüğünü keşfederken moda tasarımcıları geniş hacimli elbiselerden kumaşın düzlüğüne yönelen kıyafetler kullanmışlardır. Bunun yanında iki alanda da geometrik şekiller kullanılarak formların belirsizliği vurgulanmıştır. Genelde gözlemlenen şudur ki, Kübizm'in etkisi altında kalan modacılar, direkt olarak ressamların tablolarından etkilenmişler ve bunu gerek kumaş özellikleri, gerekse form özellikleri anlamında tasarımlarına uygulamışlardır. Bu akımdan etkilenen tasarımcıların sayısı fazla olmakla beraber, çalışmada bu isimler içerisinde moda dünyasında ön planda yer alan tasarımcılardan söz edilerek, konu daraltılmıştır. Akımın etkileri moda dünyasında hala devam etmekte, sanat eserleri artık bir anlamda insan bedenleri üzerinde de sergilenmektedir.
Kommentare