top of page
Writer's pictureSena Conkoğlu

Hayat Denen Bir Film



 

Hayat sanki kocaman bir portal ve her birimiz de birer filmin içindeyiz. Filmlerimiz başlayalı oldu biraz ama ne toplam süreden ne de ne zaman biteceğinden bihaberiz. Filmin başları biraz bulanık, varla yok arası. Doğduğumuz evin odaları kadar belki de mekanlarımız. O evin içerisindeki bir avuç insan kadar oyuncu kadromuz. Tüm bu süreç boyunca seçme hakkımızın olmadığı tek oyuncular onlar. Ne biz onları seçebiliyoruz ne de onlar bizi. Buna rağmen her birimiz, birbirimizin senaryolarını temelden etkiliyoruz. Burada iyi oyunculara denk gelenlerimizin senaryoları filmin başlarından itibaren anlaşılıyor. Onların iyiliği adım adım senaryonun derinliklerine işliyor. Filmin devamında ne olursa olsun derinlerde olan bu güç, iyi veya kötü etkisini hiç kaybetmiyor. Aksine her kırılma anında etkisini gösteriyor.


Film ilerledikçe yavaştan işler sarpa sarmaya başlıyor. Artık çekim yapılan çok fazla mekân var. Dolayısıyla çok da fazla oyuncu var. Uzun bir süre bilinçsiz bir şekilde bir sürü oyuncuyu filmimize dahil ediyoruz. Bunun ne anlam ifade ettiğini bilmeyi geçin, düşünmek bile gelmiyor aklımıza. Bu oyuncuların hepsi senaryoya kendince bir etki bırakıyor. İyisiyle kötüsüyle filmimize bitmek bilmeyen bir oyuncu akışı oluyor. Onları o büyük oyuncu kadrosunun içerisinden tek başlarına çekip aldığımızda, flashback şeklinde bir sürü anı kare kare geçmeye başlıyor gözlerimizin önünden. Tuhaf bir duyguyla kaplanıyor içimiz. Bazen de bir sürü düşünceyle. Bu duygu ve düşünceler film ilerledikçe o kadar belirgin hale geliyor ki o noktada filmimize dahil edeceğimiz oyuncuların seçiminde ne kadar titiz davranmamız gerektiğini fark ediyoruz. Hatta bazen senaryoya ayak uyduramayan veya rolünü iyi oynayamayan oyuncuları da filmden çıkarmaya başlıyoruz. Hem var olan oyunculara karşı hem de senaryoya dahil olacak yeni oyunculara karşı bilinçleniyoruz. Üstelik bu bilincin senaryomuzu ne kadar etkilediğini de farkındayız. Bu noktada da bu bilinçle baş etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Çok geç kazandığımız bu bilinç, sürekli filmin eski sahnelerine dalıp keşke bu sahneyi böyle çekmeseydik veya keşke bu oyuncuyu seçmeseydik daha farklı ilerlerdik gibi şeyler dememize sebep oluyor. Sonradan edindiğimiz bu bilinç geçmiş sahnelerimize yönelik devamlı keşkeler biriktirmemize sebep oluyor. Sınırsız keşkelerin içerisinde debelenirken, senaryo böyle ilerlemeseydi bu bilince sahip olamazdım demek aklımıza gelmiyor. Gelse dahi çoğu zaman bir şey ifade etmiyor keşkelerimize karşı çünkü odak noktamız senaryomuzun ne kadar mükemmel olması gerektiğiyle sınırlı kalıyor.





Hayal gücümüzde sınırlarını çizdiğimiz o mükemmel senaryoyu oynamıyor olma fikri bizi deli ediyor. Nerede hata yaptık, ne yapsak daha iyi olurdu gibi sorularla kafa patlatıyoruz. Bu defa sorun oyuncu seçiminden çıkıyor, kendi rolümüzü nasıl oynadığımızı tartmaya başlıyoruz. Rolümüze gerekli özeni veriyor muyuz? Üstümüz başımız, duruşumuz nasıl? Peki ya repliklerimiz veya onları canlandırış biçimimiz nasıl? Duygularımızı doğru veya yeterince iyi bir şekilde sahneye yansıtabiliyor muyuz? Yani anlayacağınız bu bilinç sayesinde geçmişin içerisinde bir de kendimizi yerden yere vuruyoruz. Yetmiyor geçmişin geçmesine izin vermeyip, şimdinin sahnelerini de tüm bunlara kurban etmeye başlıyoruz. Biz farkına varamadan şimdilerimizde teker teker geçmişe dönüşüyor. İşte tam olarak böyle filmimiz hayalimizdeki o muhteşem senaryodan gitgide uzaklaşıyor. Sahneler birbirinin aynısı olmaya başlıyor, filmi ne kadar ileri sararsan sar etkisini kaybetmeye başlıyor ve esasında heyecanı kaçıyor. Daha da kötüsü beğenmediğimiz eski sahneler yüzünden, şu anda çekilen yeni sahneleri harcıyoruz ve aslında böyle böyle filmin gelecek sahnelerinin taşıdığı potansiyeli de yitirmesine sebep oluyoruz. Oysaki filmimizin süresinin ne kadar olduğunu bilmediğimizi unutup, sona ne kadar yaklaştığımızı bilmeden oynamaya devam ediyoruz. Filmimizin sonsuza kadar gitmeyeceğini unutuyoruz.





Aslında biz tüm bunlarla kendi iç dünyamızda cebelleşirken, bu bilincin bizi başka bir noktaya çekmeye çalıştığını göremiyoruz. Çünkü kendi film evrenimizin içerisindeki her şeyle bağlantısı olan tek varlığız. Kendimizi çok önemsiyoruz. Her şey çok büyük ve abartılı görünüyor. Duygular ve düşünceler hep doruk noktada. E haliyle de bir adım geriye çekilip, olanlara dışardan bir göz olarak bakmayı beceremiyoruz. Çünkü filmi olduğu yerden sadece izleyenlerin konforuna sahip değiliz. Aksine filmin her anını canlı canlı yaşayan ve deneyimleyen biziz. Oyuncular için her şeyi aslında olduğundan çok daha karmaşık yapan da bu zaten. Olayları birebir yaşayan oyuncuların düşüncelerine, içerisinde bulundukları duygu karmaşaları yansıdığı için onların izleyiciler kadar mantıklı düşünebilmeleri git gide zorlaşıyor. Dolayısıyla filmin akışı boyunca oyuncular sürekli bir sorgulama ve bilinmezliğin içerisinde rol yapmaya devam ederken, ekran başındaki izleyiciler onlara göre olanları çok daha net görebiliyor.





Peki gerçekten hayatımıza bir izleyici gözüyle bakmak ve onu analiz etmek mümkün mü? Bana kalırsa bir izleyici kadar nötr ve net bir şekilde bunu yapmamız düşük bir olasılık olsa da bunu yapabiliriz. Başarabildiğimiz kadarının bile bizi hayalimizdeki o muhteşem senaryoya yaklaştırma ihtimali var çünkü bizler filmin içerisindeyiz. Evet izleyiciler karakter analizlerini filmin içerisindeki bizlerden çok daha rahat yapabilirler, her şeyi çok daha erken fark edebilirler ve hatta senaryonun devamını doğru tahmin edebilirler. Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar senaryonun gidişatını değiştiremezler. Ama biz bunu yapabiliriz. Çünkü aslında hepimiz kendi hayatımızın başrolüyüz ve hala filmin içerisindeyiz. Her zaman olmasa bile bazı anlarda bunu başarabilirsek, bir şeyleri değiştirebiliriz ve en önemlisi hayalimizdeki o mükemmel senaryoya biraz daha yaklaşabiliriz. Böylece keşkelerin arasından sıyrılıp, seçtiğimiz oyuncuların her birinin senaryomuzda bir anlamı olduğunu ve bizlere bir şeyler kattığını görebilmeye başlarız. Bir zamanlar yolumuzun kesiştiği ama sonrasında ayrıldığı insanların, filmimizde birer konuk oyuncu olduğunu ve senaryo gereği üstlerine düşeni yaptıktan sonra filmimizden çıktıklarını fark ederiz. Kendi rolümüzü ne kadar iyi oynadığımızı ve verdiğimiz kararların doğruluğunu sorguladığımız anlarda, o zaman böyle olmasaydı şu an böyle biri olamazdım diyebilmeye başlarız. Kısacası kendimizi tüm bunlar için hırpalamayı ve keşkelerin içerisinde boğulmayı bırakıp hayatımıza bir adım geriden bakmayı başarabildiğimiz zaman, çıkardığımız dersler sayesinde senaryomuzun hayalimizdeki o mükemmel haline doğru bir yolculuğa çıkmış oluruz. Böyle böyle bu yolculukta geçmişi sırtımıza yük edinmeyi bırakıp, senaryonun şimdiki bölümlerine odaklanmayı ve filmimizin kalitesini arttırmayı başarabiliriz.

 

Comments


bottom of page