Hiç tanımadığım bir şehirde çok insan gördüm. Herkesin kokularının aynı olduğunu, aynı düşündüklerini, aynı hissettiklerini, tek bir fotoğraf karesi için tüm ellerim samimiyetsiz bir şekilde tutuştuğunu gördüm. Herkesin bir şeylere yetişmek için çok koştuğunu kiminin çok yavaş kaldığını gördüm. Çırılçıplak ayaklarla soğuk kaldırımlarda gezen küçük ayakları gördüm. Galata'yı gördüm o ayakların altında çok küçük kaldığına şahit oldum. Dimdik oluşu eğilmeyeceği anlamına gelmiyordu. Ne kadar taştan bir duvar olsa da bir çocuğu koruyamıyordu neticede. Büyük büyük adamlar gördüm saygınlığını kravatına bağlıyordu. O en ucuz kaldırım taşlarının çıktığı sokaktaki sahafı gördüm. Ellerinde çürümüştü kitapları ondan bakana kir görünüyordu. Vapurun denize dengesine ve direnişine şahit oldum. Kız Kulesi'nin heybetinin altında ezilmişliğim bile oldu kimi zaman. Ama bunca şeyin arasında hiçbir şeye benzemeyen bir sen vardın. O kadar kendini biliyormuş gibi yapıyordun ki, çürük meyvenin tadı gitmiyorken ağzından sen sokaktaki elma şekerine saldırıyordun. Kendini denizin dalgasıyla bir tutuyordun, o çocuk kadar üşümüyordu ayakların sıcaktan yanmak üzere olan tek şey yüreğindi. Evet hep güç sendin, hep dimdik olan da, kimseye benzemeyende... Ama sen bunu istemiyordun ki zaten. Sen Galata olmaktansa onun etrafında uçan kuş olmak istiyordun. Sen Kız Kulesi'ne sadece ziyaretçi olarak girmeliydin. Saygınlığın sevginden doğmalıydı yalnızca. Şimdi sen tüm çıplak adımlar kadar güçlü, tüm efsaneler kadar gerçek, tüm çocuklar kadar masumdun. Sen yabancı kaldığım bu şehirde tanıdığım tek gerçek efsaneydin. Bir kuşun kanadına sığsın özgürlüğün. Tüm inancın ve mutluluğun bir kuşun kanat çırpışları kadar olsun. Sonsuz ve bir o kadar gerçek. Sen gibi...
top of page
bottom of page
コメント