Düşünmek hayatımızın her anında bize eşlik eden, kendisinden bir dakika olsun kopamadığımız bir eylemdir. Öyle ki, insan sürekli bir şeyler düşünür, bir şeylere kafa yorar. Kendini bundan alıkoyabilmek neredeyse imkansızdır, insan düşünebilme eylemini dizginleyemez.
Beynimiz sürekli çalışan bir makine gibidir. Çarklar hiç durmaz, dönmeye devam eder. Çarklar dönmesi ise bizi yeni çıkarımlara, yeni akıl yürütmelere götürür. Bu durum zaman zaman bizleri zihinsel bir yorgunluğa itse de hiç şüphesiz hayatımızdaki yeri çok önemlidir. Bu noktada gelip geçici zihinsel yorgunluğa takılı kalmaktansa düşüncelerimiz içinde kaybolmaya meyletmek daha akışkan bir serüvene çıkmamıza yardımcı olacaktır.
Üzerine düşündüklerimiz bizi biz yapar. Düşüncelerimiz karakterimizi, duruşumuzu ve dünya görüşümüzü belirler. Bir konu hakkında savunduğumuz bir görüş varsa, o konu hakkındaki karşıt görüşler üzerine de düşünmek, onlar hakkında da bilgi sahibi olmak boynumuzun borcudur. İnsan ancak bu şekilde neyi, nasıl ve neden düşündüğünü yönetebilir.
Bir nevi düşünceler yumağı olan felsefenin yapı taşı da elbette ki düşünme eylemidir. Antik Yunan’dan günümüze, Thales ile başlayan bu süreçte, kimi zaman yaralar alarak kimi zamansa çağına yön vererek ilerlemiş olan felsefe, içinde türlü türlü düşünceler barındırır. Felsefe için A fikrini içinde barındırmak yeterli değildir, onun karşıtı olan B fikrini de içinde barındırmalıdır. Her fikir savunulmalı, temellendirilmeli ve hakikate ulaşma yolunda birbirinden farklı görüşler bize eşlik etmelidir. Ele avuca sığmayacak kadar çok düşünceyi hiç zorluk çekmeden içine alabiliyor olması, her şeyi kucaklayabilmesi felsefenin en güzel yanlarından biridir.
Ancak elbette bunun bir koşulu vardır. Felsefe kapsayıcı olmasıyla birlikte seçicidir de. Bazı kuralları vardır ve bu kurallara sıkı sıkıya bağlıdır. Felsefe için ne düşündüğümüzden çok nasıl düşündüğümüz önemlidir. Mantık kurallarına uymak, argümanları temellendirebilmek, geçerli ve tutarlı sonuçlara ulaşmak felsefenin beklentileridir. Bunları sağlamayan bir düşünceye yer vermek onun varlık amacına aykırıdır. Felsefe iyi temellendirilmiş, güçlü argümanlar sunmaya meyilli bir düşünceyi barına basmaktan çekinmez. Ulaştığın sonuçların yanlış olması bile sorun değildir. Yanlışlanan her düşünce doğruya ulaşma çabamızda bize rehberlik eder. Felsefenin işi kesinlik olmadığından içinde yanlış düşüncelerin bulunmasını da sorun etmez. Aksine bunu sever çünkü birisi ortaya yanlış bir düşünce koyduğunda birileri doğrusuna ulaşmak için çaba sarf edecek, güçlü beyinlerden çıkan fırtına her geçen gün biraz daha şiddetlenecektir. Felsefe fırtınayı da kaosu da sever çünkü bu sayede birbirine zıt durum ve konular hakkında konuşabilir, düşünebilir, yeni sonuçlara ulaşabiliriz.
Bu durumu felsefe tarihinden bir örnekle daha net bir perspektifle sunmayı deneyebiliriz. Felsefede hem Tanrı’nın varlığını savunan hem de Tanrı’nın yokluğunu savunan birçok argüman vardır. Hangi tarafta olduğunuz önemsiz olmakla birlikte olduğunuz taraf sizin için oldukça berraktır. Karşı taraf size ne kadar haksız geliyor ve karanlıkta kalıyor olsa da her iki tarafın da argümanları felsefenin sarmalamayı seven kolları arasında kendine yer bulmayı başarmıştır. Felsefe için hangisinin doğru olduğundan ziyade, doğruluklarını ispatlamak için ortaya atılan fikirler önemlidir. İsteyen istediği ölçüde istediği tarafta bulunabilir. Felsefe için önemli olan taraflar değil, ortaya koyduğun düşünceler ve onların şekillendirdiği yeni görüşlerdir.
Felsefenin güzelliği zıtlıklarla bezeli olmasından gelir. Burada herkes kendine yer bulabilir. Kimse dışlanmış hissetmez, hissedemez. Çünkü felsefe buna izin vermeyecektir.
Comments