top of page
Writer's pictureNuray Şevval Doğan

Evrim Ve Beslenme

Evrim, bir canlının nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak zaman içerisinde ilk halinden daha farklı özellikler kazanma süreci olarak tanımlanır. Meydana gelen bu değişimler canlının genetik kompozisyonunda rastgele oluşan mutasyonlarla meydana gelir. Evrimin geneline baktığımız zaman bir bütün olduğunu görürüz. Evrim sadece canlının genetik yapısıyla değil canlının doğal çevreyle olan ilişkisi üzerinde etkilidir.


Beslenme antropolojisi kapsamında tarih öncesi ve sonrası dönmelerde birçok farklı beslenme çeşidini doğru değerlendirebilmek için evrim teorileri hakkında bilgi sahibi olmalı ve bu konuda yapılan çalışmaları yakından takip etmek gerekir. Bu alanda uğraşan birçok bilim insanı, insan evrimiyle onu fizyolojik ve biyolojik olarak ayakta tutan yaşamın olmazsa olmazı beslenme için pek çok varsayımda bulunmuşlardır. Yapılan araştırmalar doğrultusunda insanoğlunun bugün

bile bilinen kan-damar rahatsızlıkları, kanser, diyabet gibi pek çok kronik hastalığı o dönemde içerisinde de yaşadığı bilinmektedir. Bunların genel olarak sebepleri incelendiğinde odak merkezinin beslenme ve besin çeşitliliği olduğunu görürüz. Çünkü zaman içerisinde gelişen doğa ve insan etkileşimi bir süreç sonunda yakından anlaşılabilir. Bu biraz da insanoğlunun eski çağlarda yapacağı deneme yanılma yoluyla anlayabilecekleri ve tercih edebilecekleri bir durumdur.


İnsanın tarihsel süreçte yaşadığı bütün olaylarda besin ve beslenmenin hep aktif rol oynadığını görürüz. Bir toplumun şekillenmesindeki önemli faktörlerden biridir. Besin ve beslenme hayatımızda bir çok yerdedir. Örneğin; bir çok din katı diyet kuralları benimser, kimya biliminin ortaya çıkış serüveni yemekleri hazırlama ve pişirme esnasında meydana gelmiştir. Ya da tahılların üretilmesi esnasında ihtiyaç duyulan su ile işleyen değirmenlerin yapımı endüstri devriminin temellerini atmıştır. Toplumda karşılaştığımız birçok sınıfı, kültürü besinler çok yakından etkiler.


İnsan taksonomi adıyla homo sapiens için tanımlanan ilk diyet Paleo diyettir. Günümüzden 2.5 milyon yıl öncesine uzanan ve yaklaşık 10.000 yıl önce son bulan Taş Devri beslenme tarzına dayanır. Tipik olarak avcılık-toplayıcılık anlayışına uygun düşük karbonhidratlı diyetlerdir. Avcılık ve toplayıcılık anlayışına bağlı olarak et tüketimi çok yaygındır. Süt ve süt ürünlerinin devamlı olarak tüketilemiyor oluşu bu diyetin düşük kalsiyum içeriğiyle bilinmesine neden olmuştur. Tarih öncesi dönemlerde insan, yiyecek üretimini ve besine daha kolay ulaşabilmek için hayvanları evcilleştirmeyi başarmıştır. Zaman içerisinde insan besine ulaşılabilirliğini arttırmak için yiyeceğin üretilebildiği alanlarda yerleşmeye başladı. Üretmeye başladıkları otlarla birlikte bir çok hayvanın beslenme biçimini etkiledi. Koyun, keçi gibi hayvanların gündelik yaşamda yer almasıyla birlikte Paleo diyetinde oldukça yoksun olan kalsiyum sütün beslenmeye girmesiyle birlikte artış gösterdi. Kalsiyumun kemikler üzerindeki etkisi göz önüne alındığında ortalama 40 sene yaşayabilen insan, kemiklerinin daha da güçlenmesiyle beraber ortalama yaşam süresi uzadı. Bundan sonraki birkaç yıl içerisinde tahılların öğütülmesi, baharat ticaretinin başlaması, bira ve mayalı ekmek yapımının artması insanoğlunun birçok vitamin ve mineral öğelerine daha kolay vücuda almasını sağladı. Aynı yıllarda baharat sadece yiyeceklere lezzet katmak için değil sağlık içinde kullanılmaya başlandı. Tarçın ve pul biber antiseptik olarak kullanılıyordu.


1492 yılında Amerika'nın keşfiyle birlikte insanoğlu daha önce karşılaşmadığı yeni besinleri tatma fırsatı elde etti. Bu besinlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz; domates, avokado, ananas, yeşil fasulye, kakao, yerfıstığıdır. İnsanlar bu kıtanın keşfi esnasında hayvanların çok sınırlı olduğunu, protein ihtiyaçlarını karşılamak için bir çoğunun böcek ve kurt tükettiğini gördüler. Bu tüketim günümüzdeki' Entomofojinin' temellerini atmıştır. Amerika kıtasının keşfiyle birlikte deniz yolu seyahatleri çok sayıda artmıştır. Bu seyahatler için un ve su ile yapılan kuru ekmek, kurutulmuş ve tuzlanmış et'in fazlaca tüketilmesi zamanla denizcilerde diş eti kanamalarını meydana getirmiştir. Daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalar c vitamini eksikliğine bağlı olarak meydana gelen skorbüt hastalığından muzdarip olduklarını ortaya koymuştur. Oysa tedavisi oldukça basittir. C vitamini içeriği yüksek besin gruplarını tüketmek skorbütü önlemedeki temel adımlardan biridir. c vitamininden zengin besinler sebze ve meyvelerdir. Ancak meyvelerin ve sebzelerin bol miktarda olduğu coğrafi bölgelere baktığımızda yine Amerika kıtası olduğunu görürüz.

Bu kıtanın yeni keşfedilmiş olması sebebiyle o coğrafya da bulunan besinlerin yararlarını ya da zararlarını tam olarak bilinmiyor oluşu bu hastalığın tedavisinde doğrudan meyve ya da sebze yenmesi gerektiğini akıllara getirmemiştir. Bunu keşfedebilmenin yolu adada zaman geçirmek ve tanımaktır. Bir keresinde Christopher Columbus'un seferleri sırasında bazı Portekizli denizciler skorbüt nedeniyle ağır hastalık tablosuna girmişlerdir ve ne yazık ki o zamanlar tedavisi ve hastalığın tam olarak seyri tahmin edilemediği için denizciler adada bırakılarak ölüme terk edilmiştir. Birkaç ay sonra Coloumbus gemileri ile adadan geçerken bırakılan Portekizli denizcilerin kendilerine el salladığını görmüştür. Coloumbus bunun nasıl olduğunu sorduğunda ise denizciler adadaki bazı meyvelerden ve sebzelerden yediklerini söylerler. Sonraki seferlerde c vitamininden zengin olduğu bilinen portakal ve limon gemilere bol miktarda alınmış ve hastalığın önüne büyük oranda geçilmiştir.


19.yy başlarında değişen şehirleşmeye bağlı olarak ve özellikle de demir yollarının artmasıyla beraber besin ticareti önemli bir kavram haline gelmiştir. Bu dönemde besinler üzerinde hileler yapılmaya başlanmıştır. Ayrıca çok uzun mesafelere ticareti yapılacak olan besinlerin bozulmasını önlemek için çeşitli uygulamalar araştırılmaya başlanmıştır. 1930lar sonrasında ise gelişen sanayiyle birlikte beslenme biçiminde büyük değişiklikler yaşanmıştır bunların başında konserve yiyecekler gelir. Bu yöntem sayesinde besinin depo edilmesi kolaylaşmış ve bozulması büyük ölçüde engellenmiştir.

Konserve besinler zaman içerisinde tüketiminin daha da kolaylaşması için beraberinde birçok teknolojiyi de gündeme getirmiştir. Mikrodalga fırın bunlardan biridir. Tüketicilerin isteklerine göre teknolojinin kullanılması besin teknolojisini gündeme getirmiştir. Çünkü gelişen bu teknoloji yeni bir yöntem, yeni bir tat, yeni bir kıvam, yeni bir form için devamlı işlemektedir.


Bu teknolojilerle beslenmenin harmanlaması beslenmenin çeşitlenmesini ve zenginleşmesini sağlamıştır. Sürekli değişen ve gelişen beslenmenin evrimi günümüzde de gelecekte de insan değişmeye devam ettikçe değişecektir.


Hozzászólások


bottom of page