İnsan, artık kırılmamayı, hayata küsmemeyi başarabildiği noktada ruhsal gelişiminin en üst seviyelerine gelmiş ya da yaklaşmış demektir.
Küsmemeyi başarmak ise bir takım becerilere bağlıdır. Biriyle küstüğünüz zaman onun bir davranışına anlam veremediğiniz ya da kişisel algıladığınız için küsersiniz. Biriyle barıştığınız zaman ise o kişinin davranışını anladığınızda, hata yapma şansını verdiğinizde, hataları kabul edebilme esnekliğinde olduğunuzda barışırsınız. Daha da iyisini söyleyeyim; Eğer yaşadığınız olaylara, karşılaştığınız insanlara, size yapılan en zalimce kötülüklere bile sizin ruhunuzu olgunlaştıran ve sizi daha donanımlı bir insan yapan tarafıyla bakabiliyorsanız hayatta sizden daha güçlüsü olamaz. Neden olamaz çünkü algınız olumsuz duygularla körelmez. Olumsuz duyguları hiç mi hissetmeyeceğiz peki? Tabii ki de hissedeceğiz. Ancak onların bizi alıp götürmesine imkan vermeyebileceğiz.
Dengede kalabilmek bu anlam reçetesiyle mümkündür. Olaylara iyi tarafından bakmak ise yalnızca beyninizle yapabileceğiniz bir şey değildir. Bunları herkes biliyor, tabii ki her şeyin iyi ve kötü tarafları olacak zaten diyoruz. Ama kötü tarafa odaklanıp hasta oluyoruz. Gelecek kaygılarımızdan arınıp umutlu hissedemiyoruz. Teslim olamıyoruz. Çünkü iyiye odaklanması gereken yalnızca frontal lobumuz değildir. Kalbimizle de iyiyi seçmeliyiz. Ancak her seçim bir gayret ister. Sizi o seçime götürecek yollardan geçmeniz gerekir. O yolları araştırmanız gerekir. Algısı güçlü, gönlü geniş, kırmayan ve kırılmayan insanlara sormanız gerekir.
Ders çalışmayı pek sevmeyenlerimiz üniversitede çalışmayı öğrenmek zorunda kalırlar. O süreç nasıl da tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibidir değil mi? Bir öyle deneriz, bir böyle deneriz ve en sonunda başarıya götüren yolu bir şekilde mecburen buluruz. Bu gayreti de göstermemiz dışsal motivasyonla gerçekleşir. Yani içten gelen bir güçle değil de hayatımızı kazanmaya ve kurmaya bir şekilde bu yoldan geçerek mecbur olduğumuz ya da hissettiğimiz için olur. Bu basit örnekteki gibi hayatta da çektiğimiz acılar, girip çıkılan depresyonlar, şişirdiğimiz kaygı balonları bir gün canımıza tak eder. İşte o noktada ya dayanamayıp oyunu terk etmeyi seçeriz ya da ben bu acılı hayata nasıl katlanırım diyip bir yol keşfetmeye mecbur kalırız. Ve insanın anlam arayışı yolculuğu başlar.
Hayatımızı pek çok şeyle anlamlandırabiliriz. Teması dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek olan bu anlam buluşlar da bir noktada tıkanır. Çünkü dünyanın da bir ömrü var ve yok olacak. Yok olacak olan bir şeyi neden daha iyi hale getirelim değil mi? Zaten bozulacak olan yatağı toplamakla aynı şey. Ama toplamak istiyoruz, orayı öyle dağınık görmek istemiyoruz. Dağınık odada hareket kabiliyetimiz azalır, biz hareket etmek, üretmek, ürettiğimizi göstermek ve yaşamak istiyoruz! Yaşamak ve olgunlaşmak istiyoruz. İyisiyle kötüsüyle kabul edersek yaşayabiliriz. Yatağı dağınık görünce dünyamız başımıza yıkılırsa sadece nefes alan ama yaşamayan bedenler oluruz. O yüzden sevgili okurum, sonsuza kadar anlamlı kalacak olan şeyi bul! Çünkü belli ki sonu olan şeyler insan ruhunu tatmin etmiyor…
Comments