İnsan diyoruz, insanı anlamak diyoruz. Bizim işimiz insanla. Peki insan nedir ve nasıl anlaşılır ya da insan dediğimiz “koca evren” gerçekten anlaşılabilir mi? Nereden başlamalı, nasıl yapmalı? Belki insanı anlamak da ev yapmaya benziyordur. Nasıl ev bir temel üzerine inşaa ediliyorsa, belki insanı anlamak için de temelden başlamak gerekiyordur. En derine inmek gerekiyordur. Yani insanı anlamak için çırpınırken ilk önce kendimizi bulmamız, sevmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor. Bu yazımda bütün psikoloji öğrencilerine seslenmek istiyorum. Neden seçtik bu bölümü? Amacımız gerçekten insanları anlamak mıydı yoksa kendi benlik arayışımızda kendimize bir şeyler katıp bir nebze de olsa kendimize cevap olabilmek miydi? Evet bence doğru cevap ikinci seçenek. Elbette ilk seçenek yanlış değil ama temelden, yavaş yavaş ilerlemek gerekiyor. Adım adım acele etmeden kendi ruhumuzun derinlerine indikçe gözyaşlarımıza, hüzünlerimize, yüksek kahkahalarımıza, taşkın hallerimize bir selam vermemiz gerekiyor.
Kalbimizin derinlerinde yatan duyguları kabullendikçe, içimizdekinin bir köşeye fırlatılmış herhangi bir kördüğüm değil de yavaş yavaş çözülen ama emek isteyen düğümler kümesi olduğunu fark edeceğiz. Biliyorum başkalarına yetebilmenin doyumu muhteşem hissettiriyor fakat başkasına gösterdiğimiz şefkatin ne kadarını kendimize gösteriyoruz? Yazının başında insan demiştik. Evet, insan sosyal bir varlık, her an her şeyle temas içerisinde; en çok da birbiriyle. Başkaları nasıl bize ihtiyaç duyuyorsa biz de başkalarına ihtiyaç duyuyoruz. Peki en çok kime ihtiyacımız var? Bir anneye mi, bir arkadaşa mı yoksa bir partnere mi? Cevap bize en yakın olanda yani cevap bizde. Evet insanın en temelde kendine ihtiyacı var. Kendi çatışmalarını çözemeden bir başkasına yardımcı olmaya çalışmak belli bir yerden sonra yarı yolda bırakacak bir yöntemdir. Sezen Aksu'nun bir dizesi üzerinden örnek vermek istiyorum. Diyor ki “kimse kimseyi çözemez. O kadar derine inemez. Ya karşılaşırsa kendiyle? O kazıyı göze alamaz.” İlk dinlediğimde üzerine kuram yazılacak şarkı diye düşünmüştüm. Anlamı çok derin geliyor bana. Her dinlediğimde daha çok düşünmeye itiyor beni. Belki bu yazının ilham kaynağı da bu dizelerdir, uzun zamandır dinleyip kendimce sorgulamalar yapmamdır.
Hayat yolunda heybemize ne çok şey kattık, ne çok şey eklediler. Bazen birileri bile isteye eklemeler yaptı heybemize bazen de biz yol üstünde gördüklerimize baktık ve üzüldük, “yükün çok ağır biliyorum. Bak benim heybemde senin için de yer var, ben onları da taşıyabilirim. Hadi birazcık da bana ver. Hadiii ama bir şey olmaz ver, ben hallederim. Sen merak etme.” dedik. Böyle böyle doldurduk, dolduruyoruz heybemizi. Peki bu heybenin kapasitesi nedir ya da hafifleme şansı yok mudur? Ben az önce açtım bir müzik ve heybemi karıştırdım. Orada çözülmeyi bekleyen bir sürü düğüm gördüm. Asla kördüğüm yok. Çünkü ben bugün bir kez daha derine indim. Sevgiyle kucakladım düğümlerimi ve dedim ki onlara “Lütfen acele etmeyin ve beni zorlamayın. Ben zamanı geldiğinde her birinizle ayrı ayrı ilgileneceğim. Sadece her zaman sizi görecek kadar güçlü olamayabiliyorum. Ne olursa olsun sizi seviyorum ve önemsiyorum.” Onlar da sağolsunlar güzel bir karşılık verdiler. “Biliyoruz sendeki umut diri. İçinde umut olmasa insanlar için bu kadar çabalayacak motivasyonu bulamazdın. İçindeki o çocuksu ve savaşçı umudu hiçbir zaman kaybetme. Her birimiz doğru zamanımızı bekliyoruz.” Çok sevdim ve duygulandım bu diyalog karşısında. Ben ve düğümlerim birbirimize böyle anlarda dokunduğumuzda nasıl da ince, saygılı ve destekleyici oluyoruz. En sevdiğim kelime olan umudu bide onlardan duymak güç verdi. Şimdi veya daha sonra, yani doğru bir zamanda her birimiz bakalım heybemize. Neler biriktirmişiz bu yolculukta? Sonuçta yolculuk bitmedi. Her akşam ertesi sabah uyanmak umuduyla başımızı yastığa bırakıyoruz. O halde yeni yerler açmak gerekiyor çünkü kendimizden başlayarak insanlarla kendimiz arasında bir köprü kuracağız. En sonunda ise, yazının başında bahsettiğim o iki seçenekten ilki olan, insanları anlama amacımıza, büyük bir zaferle kavuşmuş olacağız.
Comments