Selamlar herkese!
Bilim kurgu klasikleri son zamanlarda daha da ön planlara çıkmaya başladı. Bunun nedeni, acaba artan merak mı, yoksa tamamen popülarite mi? Sonuç olarak yıllar önce yazılmış, türlü ödüllere layık görülmüş, hatta bazıları gereken değeri görmemiş olan bu yapıtlar, bugünlerde beyaz ekrana veya dizi dünyasına uyarlanmaya başlandı. Her uyarlama beklenilen etkiyi vermese de, bazıları oldukça kaliteli yapımlar. Bugün Frank Herbert’in Dune isimli kitabından uyarlanacak olan aynı isimli filmi konuşacağız. 22 Ekim’de vizyona girecek olan film için beklenti oldukça yüksek. Aynı gün HBO Max’te de yayınlanacak. Dijital platformda yayınlanmasının avantajları ve dezavantajları var. Pandemiden dolayı hala insanlar sinemaya gitme konusunda tedirgin. Fakat bu şekilde de filme verilen emek boşa gidiyormuş gibi geliyor. Tabii ki, bu tartışmaya açık bir konu. Kadrosu ayrı, yönetmeni ayrı, müzikleri ayrı güzel görünen bu film, eleştirmenlerden geçer not aldı. Heyecanla beklenen film dünya prömiyerini 3 Eylül’de 78. Venedik Film Festivali’nde yaptı. Haberlere “Film 8 dakika boyunca ayakta alkışlandı” olarak yansıdı. Sonrasında Toronto Film Festivali’ni de ziyaret eden film, dijital platformda gösterilmediği için aday olamadı. Bu, Frank Herbert’ın bilim kurgu edebiyatının en prestijli ödülleri olan Hugo ve Nebula’yı kazandığı efsanevi serisinden uyarlanan filmin beyazperdeye ilk uyarlanışı da değil. Daha önce 1984’te de yayınlanan bir uyarlanması mevcut. David Lynch tarafından uyarlanan film, bilim kurgu sineması için bir felaket olarak anılınca bir süre sonra David Lynch bile filmine sahip çıkmamaya başladı.
“Dune, kuma gömülü kehanetlerin suya ulaşma mücadelesi.”
Peki, kim bu Frank Herbert?
Washington eyaletinin Tacoma şehrinde 1920 yılında yoksul bir ailede dünyaya gelmiş. 18 yaşında evi terk ederek, Oregon’da yaşayan amcası ve halasının yanına taşındı. Burada liseyi bitirdi ancak ilgi alanlarına yöneldiği için henüz 19 yaşındayken yükseköğretimini yarıda bırakıp bir gazetede muhabir olarak çalışmaya başladı. 2. Dünya Savaşı sırasında fotoğrafçılık yapmaya devam etti. İlk araştırmalarına 1959 yılında başladı. Çevre ve Zen Budizm’i ile ilgileniyordu. İnançları yazılarını gözle görülür bir biçimde etkilemişti. Dune’u tasarlamaya başladığı sıralarda Oregon Çölü’nde bir konuyu araştırmaktaydı. O kadar çok bilgi toplamıştı ki araştırma konusunu bir romana çevirmeye karar verdi. Herbert’in dünya yaratma yöntemi ve bilim kurguyu çevresel konularda değerlendirmesi o zamanlarda bilinen bir şey değildi. Dönemin bilim kurgu anlayışı genel olarak teknoloji ve uzay yolculuklarını temel alıyordu. Bunu zamanın diğer bilim kurgu klasiklerinde açıkça görebiliriz. Herbert ise, teknolojiden daha çok ekoloji ve karakter geliştirme konularına ağırlık verdi. Frank Herbert hikayesi üzerinde beş yıl çalışmış. Ardından bir dergide yazı dizisi halinde yayımlatmış. Bilim kurgu alanında kitap basan yayınevleri, hikayesini sıkıcı ve kuru bir dile sahip; çok uzun ve dolambaçlı buldukları için yayımlamayı reddetmiş. Başlangıçta yirmi yayınevi tarafından reddedilen Dune, ilk olarak araba tamiri kılavuzları basan bir yayınevi tarafından yayımlandı. Yani bu tarihi görev Chilton Book Co adlı, bilim kurgu alanında deneyimsiz, oto tamir el kitapları basan bir yayınevine düştü. Herbert, Dune kitabını yazmadan önce “Baharat Gezegeni” isimli kısa bir öykü yazdı ama bu öykü hiç yayımlanmadı. Bu hikaye Arrakis’e benzer bir gezegende, babasıyla beraber yaşayan sekiz yaşında bir çocuğun macerasını anlatıyordu. Serinin üçüncü kitabı Dune Tanrı Çocukları ise New York Times Çok Satanlar listesine hem karton hem de sert kapak edisyonları ile girerek bunu başaran ilk bilim kurgu kitabı oldu.
Kitap serisinin konusu olarak şunları söyleyebilirim: Dune adıyla bilinen Arrakis gezegeni, evrende “baharat” adı verilen uyuşturucu maddenin çıkarıldığı tek gezegendi. Bir çöl gezegeni olan Dune'un, İmparator’un isteği üzerine Harkonnen Hanedanı yerine Atreides Hanedanı tarafından yönetilmeye başlanacak olması; ardından yaşanacak tüm değişimlerin başlangıcı oldu. Baharatın geleceği görme gücüne herkesten daha çok ihtiyaç duyan Uzay Loncası’nın sözünden çıkamayan İmparator’un ve güç delisi Harkonnenlerin öngörülerine rağmen fark edemedikleri bir değişken vardı: Atreides Hanedanı’nın genç prensi Paul Atreides. O, yıllardır beklenen kurtarıcıydı. Uzun yıllardır yapılan genetik deneylerin sonucu da olabilirdi, Fremen denen çöl kavminin mesihi de. Aynı zamanda annesi leydi Jessica -kendisi bir Bene Gesserit- tarafından eğitilen Paul, hem Harkonnen hem de imparatorla baş edebilecek sıra dışı yetenek ve bilgiler ile donanmıştı.
Daha iyisi yok mu? Olabilir. Ağır bulduğu için okuyamayıp sevmeyenler de olabilir. Ucu açık bir konu. Acelesiz tarzından sıkılanlar da olabilir. Farklı bir anlatıma sahip. Kitap diğer bilim kurgu klasiklerine göre çok uzun. Dönemine göre ve hatta şu an bile oldukça pahalı bir kitap. Özellikle insanların bol ışıklı, patlamalı, lazerli maceralara alışık olduğu bir dönemde Dune gerçekten de sindirmesi zor bir roman. Tarz olarak yakın diğer eserler daha akıcı oldukları için insanlar Dune'u okurken böyle problemlerle karşılaşabiliyor. Yine de Frank Herbert’i anlamak için değer. Frank Herbert yaşıyor olsaydı, ona ne sormak isterdiniz? Ben kitapta anlatmadığı zaman ve yerlerdeki olayları sormak isterdim. Evreninin sınırı neresiydi ya da başka gezegenlerde neler oluyordu? Eminim bunları bize rahatlıkla açıklardı. Herbert’in ölümünden sonra oğlu Brian Herbert, babasının notlarından yola çıkarak yazdığı geçmişe ve geleceğe ait eserlerde gösteriyor ki bu evren anlatılan kadar değil, ötesi de düşünülmüş, yeri gelince de yazıya aktarılabilecek bir hikaye. Genişletilebilir bir evren olduğu belli. Her sayfada iç içe geçmiş farklı hikâyelere, masallara, mitlere rastlayabilirsiniz. Fakat Brian babası kadar başarılı olamadı.
Belki de, bazı şeyleri zorlamamak, olduğu yerde bırakıp, keyfini çıkarmak lazım.
Frank Herbert’in yarattığı evren, yıllar boyunca milyonlarca okurun zihninde gerçekliğini kabul ettirdi. Bugün de hala hayatta kalmasının nedeni bu.
“Bir şeyi tanımak istiyorsan önce onun sınırlarını tanı. Gerçek doğası ancak sınırları zorlandığında görülebilir.”
Frank Herbert'in 1965 yılında yazdığı "Dune" romanının televizyon ve beyaz perde haklarını satın alan Legendary Entertainment yapımı uyarlamanın yönetmen koltuğunda Arrival, Sicario ve Blade Runner 2049 ile son yıllara damgasını vuran Oscar adayı yönetmen Denis Villeneuve oturuyor. Eric Roth’un ve Jon Spaihts’in birlikte senaryosunu üstleneceği filmin yapımcılığını ise Thomas Tull, Mary Parent ve Cale Boyter yapıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Timothée Chalamet, Javier Bardem, Rebecca Ferguson, Stellan Skarsgård, Josh Brolin, Jason Momoa, Oscar Isaac, Dave Bautista, Zendaya ve Charlotte Rampling gibi önemli isimler yer alıyor. Kadrosu son dönemlerin bütün popüler isimlerine taşımakta. Villeneuve’ün Dune’u, romanın ilk yarısını perdeye taşıyacak. Romanın ikinci kısmını ele alacak devam filmi için ön hazırlıklar şimdiden başlamış durumda; ilk film gişede büyük bir hayal kırıklığı yaratmadığı takdirde Villeneuve hikayeyi devam filmi, hatta belki de devam filmleriyle sürdürecek. Her şey ilk filme bağlanmış vaziyette. Bu da beklentiyi daha da arttırmış durumda. Eleştirmenlere bakarsak, film şimdiden kendinden bahsettirmeyi başarmış durumda.
“Gerçeği ne kadar arzularsak arzulayalım, insanın kendisi hakkındaki gerçekleri görmesi çoğunlukla tatsız bir şeydir.”
Filmin konusuna bakacak olursak, uzak bir gelecekte geçen "Dune", ailesi çöl gezegeni Arrakis’in kontrolüne sahip olan Paul Atreides’in hikâyesini anlatıyor. Bildiğimiz dünyalar yok olmuş ve her şey çok farklı. Artık, Galaktik İmparatorluk vardır. Galaksinin farklı noktalarındaki gezegenler, rakip feodal aileler tarafından yönetilmektedir. Çok değerli bir kaynağın tek üreticisi olan çöl gezegeni Arrakis'in kontrolü asil aileler arasında son derece talep görmektedir. "Baharat" adı verilen bu kaynak, yüksek bilinç ve uzun bir yaşam süresi sunarken, beraberinde çok ciddi yan etkileri de getirmektedir. Ayrıca yıldızlararası yollarda gezinmeye yardımcı olan kaynak da bu "baharat"tır. Bu kaynağı elde etmek isteyen feodal rakiplerden Harkonnen ailesi tarafından Paul ve ailesine tuzak kurulur. Bu tuzağın sonucunda Paul'un ailesi darmadağın olarak firari hale gelir. Paul hiç beklemediği bir mücadelenin içine sürüklenir. Paul, ailesinin Arrakis kontrolünü yeniden kazanması için bir isyan başlatırken, tüm evrenin seyrini değiştirebilme ihtimalini yakalayacaktır. Zeki ve yetenekli olan Paul’un kaderi düşündüğünden çok uzaklara uzanacaktır. Gezegenin ve büyük ihtimalle tüm insanlığın kaderini belirleyecek olan Arrakis’in kaynakları için kötü güçler ile çatışmalar başladığında, korkusunu yenebilenin galip olacağı büyük savaşın adım sesleri duyulmaktadır. Gelecek çok uzakken bir o kadar da yakındır. Mitsel yolculuklar ve yoğun kahramanlıklar içeren bu filmin, herkesi tatmin edeceğine eminim. Kitabın tam olarak neresine kadar işlediklerini hep beraber izleyip göreceğiz. Şimdi bize, bu filmi keyifle izlemek düşüyor. Evet, beklentilerimizi bir kenara bırakıp keyif almalıyız. Bilim kurgu ve sinema kurtlarını fazlasıyla sevindirecek bir film geliyor. Arrakis’in ölümcül ama bir o kadar da güzel çöllerinde kaybolmaya hazır mısınız? Hepinize keyifli seyirler.
“Her şeyde bir düzen vardır. Evrenimizin parçası olan bu düzen simetri, zarafet ve güzelliğe-gerçek bir sanatçının eserlerinde mutlaka var olan niteliklere-sahiptir.”
Comments