Eden ve Davis Kardeşliği
Aynı sene içinde karşılaştığım iki ayrı sanat eserinin benzerlikleri beni tuhaf ve izah edilemez bir neşe içine soktu. Bir tanesi kitap ve 1909 senesinde Jack London tarafından yazıldı. Diğeri ise film ve 2013 yılında Coen Kardeşler tarafından çekildi. Kitabımız Martin Eden, denizci bir gencin aşkı uğruna başarılı bir yazara dönüşmesi temelinde, başarının; statü ve varlıkla gelen paralelliğini anlatır. Filmimiz Inside Llewyn Davis (Sen Şarkılarını Söyle) ise, bir folk müziği şarkıcısının, şehrin kasvetinde daracık evlere sıkışan hayatını ve yaşama tutunma hikayesini anlatır. Martin de Llewyn de gerçek yaşamlara dayanır ve yıllar yılı fark olsa da aralarında anlatmak istedikleri birbirine benzer hikayelerdir. Ve tesadüf ki başlarına da benzer olaylar gelir.
Talihsiz Serüvenler
Her şeyden önce, bütün söylemlerden ve birazdan ortaya atacağım çeşitli iddialardan sıyrılıp şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Bay Eden da Bay Davis de çok karakterli insanlar. İkisini de yakından tanıma şerefine eriştim ve şüphesiz konuşuyorum. Ancak başarısızlar, basiretsizler... Bu açıklaması zor bir konu, hayat diyelim biz ona. Bazen şansın vardır, bazen yoktur. Olur ya insanın en çok ihtiyacı olduğu anda Hüma kuşu uçar gider başının üstünden. Doğal bir şanssızlık hali onların üzerindeki.
Kulak Asmadan
Benim yarı gerçek bu iki karakter üzerine düşmemin en önemli nedeni; ayaklarına dolanan keşmekeşe rağmen dik duruşlarını asla yitirmemeleri. Toplum, onlardan sürekli basmakalıp beklentiler içinde. Onlardan ilk istenilen, bir baltaya sap olmaları kaba tabirle. Oysa onlar, hayatlarına şahit olduğumuz süre boyunca sadece yapmak istedikleri şeyleri yaparlar. Kimsenin lafına kulak asmadan ve diğerlerinin, onların görüşlerini değiştirmelerine izin vermeden yaşarlar. Şu ya da bu istedi diye değil, kendileri istedi diye... Popüler olanı yapmak, birilerinin gözüne girmek, farklı işlere el atmak, müziğinde küçük oynamalar yapıp seyirciyi etkilemek varken sadece istediği müziği yapar Llewyn ve bundan asla taviz vermez. Tıpkı Martin gibi… Martini’nin ablası Gertrude, ablasının eşi Bay Higginbottom, sevdiği kız Ruth; Martin’e bitmez tükenmez vaazlar verirler. Denize çık, düzenli bir işe gir, hayat standardını değiştir… Kitabın bir bölümünde Bay Butler denen bir tanıdığından bahseder Ruth. Onun, birikim yaparak az kazançlı bir gençten sınıf atlamış, varlıklı bir insana dönüşme hikayesini anlatır. Yaşının gereksinimi küçük zevklerden, şekerlemelerden, eğlencelerden noksan bir hayatı tanıtır ona ve Martin’nin de öyle bir hayata atılmasını ister. Kısacası, çoğunluğun yaşadığı gibi yaşa ve kendine bir çizgi belirle. Ama bu güvenli seçenekleri kibarca reddeder Martin. Oysa düzenli bir yaşam ne büyük konfor sağlar ona. Bu rahatlık için ufak tefek zevklerine ara verebilir, denize çıktığı parayı biriktirebilir ancak yapmaz. Elinde daha az para kalacağını bilse bile, Martin hayatın tadını çıkarır ve sonucu ne olursa olsun, para kazandırsın veya kazandırmasın yazmak ister, yazar.
Başımız Dimdik Yürüyoruz
Dik dururlar, meydan okurlar ve sistemin içinde çok kolay var olabilecekken zor yolu seçerler. Kitabın bir bölümünde şöyle der Martin, Ruth’a “Dünyanın tüm müzik uzmanları istedikleri kadar haklı olsun. Ben yine de kendi hazlarımı insanoğlunun ittifakla verdiği hükümlerden önemsiz görmeyeceğim.” Değerli olan; çoğunluğun vardığı kanaatleri kabullenip onları seviyormuş gibi yapmak değil, yanında kimse olmasa da tutkuyla bağlı olduğun her neyse ona sıkıca tutunmak. Yaşıyorum diyebilmenin ilk adımı değil mi bu? Kendine özgü fikirlerle “varım” diyebilmek. Folk müzik seviyorsan folk müzik yapmak, Llewyn gibi. Onlara bu denli hayranlık duymamın nedeni işte budur.
Her İkisi De…
§ Her ikisi de zor durumdayken, son çareyi denize çıkmakta buldu.
§ Her ikisi de başını sokacak bir yer, yatacak bir kanepe aradı.
§ Her ikisinin de aile fertleri onları yargıladı.
§ Her ikisinin de arkadaşı intihar etti.
§ Ve her ikisi de biraz değer görmek istedi içten içe.
Unutulmayacak Eserler
Dünya, aklın eremeyeceği bir absürtlükte dolanıp duruyor. En olmayacak vakaları deneyimliyoruz, en tanışılmayacak insanları tanıyoruz, en yaşanmayacak dünyayı yaşıyoruz. Bu yüzden sizden başlarına neden bunlar geldi, neden böyle oldu diye sorgulamamanızı ve ana olayı çözmek yerine, yan olayları görmenizi rica edeceğim. Çünkü onların hayat tecrübelerinin bir haritasını çıkarttığımızda, önümüzde harikulade bir rota beliriyor. Ve bu yolculuk beni her geçen gün daha da heyecanlandırıyor.
Comentarios