Küçük bir kız çocuğuyum, yatağımda uzanıyorum ve tek istediğim şey prenses olmak. Kabarık, tüllü ve parlak elbiselere sahip olan bir prenses. Gözlerimi kapatıyorum ve açtığımda büyümüşüm. Rutin hayatın bunaltıcılığı ve sıkıcılığı içerisinde kaybolmaktayım. Etrafımda insanlar var. Bir sürü insan… Bu kalabalık, bu binalar hatta bu insanlar ne ara bu kadar kasvetli olmuştu? Anlam veremedim. Olduğum yere mıhlanmak üzereyken kendimi toparladım ve kendimden emin adımlarla şehrin kalabalığında kaybolmak üzere yaşamıma devam ettim. Eve gidip dört duvar arasına sıkıştırıyorum kendimi çünkü dışarı çıkınca pek farklı bir şey yapamayacağımın farkındayım. Ah kapitalist sistem diye geçiriyorum içimden ancak asla vazgeçemediğim bir hayalim var, hep hissetmek istediğim ama asla yaşayamadığım o his hayaliyle gözlerimi kapatıyorum. Prenses olmuşum. Üzerimde buz mavisi bir elbise, kollarımda beyaz eldivenler var; hep hayalini kurduğum o anın içindeyim. Hep gitmek istediğim balo salonunun önündeyim işte. Balo salonunun önündeyim şimdi ve ben yavaşça merdivenleri tırmanırken topuklu ayakkabılarımın tık tık sesleri gecenin sessizliğinde yankılanıyor. İçeri giriyorum ve görebildiğim tek şey bir orkestra. Bir şarkı çalıyor, yavaş, sakin ve ruhuma dokunuyor. Kendimi bırakmak istiyorum bu sese ancak dehşet içindeyim. Bu kadar yalnız mıyım diye düşünüyorum? Kimsem mi yok benim? Bu kadar yolu tek başıma olmak için mi geldim? Yine de her yeri dolaşmadan edemiyorum. Müzik asla durmuyordu ve adımlarıma hakim olmaya bile başladı bir süre sonra. Kendi etrafımda döndüm ve bir pas de bourree* yaptım. Ve yavaşça yürümeye devam ettim. Adım sesleri duymaktaydım. Küçük adımlar bunlar. Bir yetişkinin adımları bu kadar sessiz ve nazik olamaz diye düşünüyordum kendi kendime. Kaçmaya gerek olmadığının farkındayım fakat yüzleşmeye korkuyordum. Yavaşça arkama dönerken adım seslerinin durduğunu fark ettim. Olduğum yere yığılmaktan başka bir şey yapamıyordum. Girdiğim şok sanki bütün vücudumun kontrolünü ele alıyor. Sapsarı Rapunzel saçlarıyla karşımda duruyordu işte. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemiyordum. Gördüğüm kişi kendi küçüklüğümden başka kimse değildi. Gözyaşlarımın akmasına engel olamadım, onlar birer birer gözlerimi terk ederken karşımdaki kız çocuğu koştu ve boynuma sarılıverdi. Beni teselli etmek istediği her halinden belliydi.
“Üzülme, iyi olacaksın” dedi ve gözyaşlarımı küçük parmaklarıyla sildi. Yüzümde beliren gülümsemeye engel olamadım. O an bütün korkularım, endişelerim ve dünyaya dair her şeyi unutmaya ant içmişçesine kendimi kaybettim o küçük kızın kollarında
“Sen iyi olacaksın, seninle çok gurur duyuyorum, iyi ki varsın” diye devam ettim cümleme. O neler yaşayacağını bilmiyordu ancak onun dönüştüğü kadına ne kadar değer verdiğimi ve o kadınla ne kadar gurur duyduğumuzu hissetmesini istedim. Balkabağına dönüşmekten bir gözyaşı kadar uzakken gözlerimi açtım ve rutin hayatıma devam etme gücünü bulmuş bir şekilde bir daha arkama bakmadan devam ettim.
Commentaires