Kadın daha iki gün önce tanıştığı bir adamla buluşacak olmaktan hayli tedirgindi. Yaşamına dahil olan kimseyi kendi seçmemişti. Arkadaşlarını bile. Belki bir sorundu bu. Belki kendisinde bir şey eksikti. Bilmiyordu. Sadece verildiği kadarını yaşıyordu. Bir şeyleri sadece seçtiği için hayatıma dahil etmemişti hiç. Gelişine yaşamaktansa seçimler yapmak, bunların sonuçlarına katlanmak istiyordu. Mümkün müydü böylesi? Cesareti var mıydı seçim yapmaya?
Böyle zamanlarda hep 15 yaşında bir aile dostlarının evinde katıldıkları yemek gelirdi aklına. Kapıdan girip herkesle tokalaştıktan sonra evin uysal köpeğini sevmek için salona yönelmişti. Tam o anda hayatında gördüğü en güzel şey çıkmıştı karşısına. Zaman köhne bir dolabın içinde sallanan ahşap bir askıda takılı kalmıştı. Gerçeklik en ufak bir kımıltıda, üzerine su dökülmüş bir parça boya gibi dağılıp gidecekti. Olduğu yerde durup karşıdan uzanan eli tuttuğunda çok garip bir şey olmuştu, tuhaf bir akım tüm vücudunda dolaşmıştı. Gece boyu ufak tefek kaçamak bakışmalar, tuzluk ve karabiberliğin gövdesinde buluşan parmak uçları. Hiçbiri bir yere varmamıştı. Çaresiz arabaya binilip uzaklaşılırken pencereden ışıyan nazik bakışları her daim hatırlamıştı. Başka bir hayatta her şeyi elde edecek kudreti olabilir miydi? Bu hayatı temize çekmenin imkanı olmadığına göre.
Bu düşünceleri kafasından atamadı. Yine bir akışa kapılıp sürüklendiğini fark ediyordu. Oysa köklenmek istemişti. Hem de kendi seçtiği verimli bir toprakta. Karşısına çıkan çorak bir arazide değil. Sıkıştığını hissetti. Bir cendere altında daima başkalarının hayatlarını yaşadığını. İsyan etmekte başarılı değildi. Sabretmek de bir erdem olmaktan çıkmıştı artık. Ne istediğini gerçekten bilseydi, enerjisini bu ideale ulaşmak için kullanırdı elbet. Ancak bilmiyordu. Buluşacağı bu adamdan ne beklediğini bilmediği gibi.
Alelade siyah bir elbise, orta karar bir makyaj ve manalı bulunması pek de mümkün olmayan ayakkabılar seçmişti o gün. Sokağa çıktı, kendisini bekleyen taksiye atladı. Şık bir restoranın kapısında durdu şoför. Arabadan indi, ince topukları tık tık sesler çıkararak merdivenleri arşınladı. Yemek salonuna ilerlediğinde, beyaz bir örtü ve ortasında renkli bir çiçek buketiyle süslenmiş masalardan birinden kalkıp orta yolda buluştu kendisiyle randevusu.
Uzun boylu, nazik gülüşlü, düzgün görünümlü orta yaşlı bir muhasebeci. Adam havadan sudan konuşmaya başladığında başını cama çevirip denize baktı. Biraz heyecan istediğini fark etti. Birkaç dalga ve belki martı çığlıkları. Oysa çarşaf gibiydi deniz. Neden sonra masadan kalkmadığı halde, adamın sesi giderek uzaklaştı. Sonunda duyulmaz oldu.
Sıcak bir yaz gününde ailesiyle tatil yaptığı beldede buldu kendisini. Fırfırlı bikinisinden taşan göğüsleri, çocuk yaşında erken gelişen biçimli vücudu. Sahildeki kafenin garsonu çarptı gözüne. Hayatında gördüğü en mavi gözler. O gözlerin ardında sanki bir güneş parlıyor, binlerce yıldız ışıldıyor, havai fişekler patlıyor. Ama hayır. Sadece bir dans, tek bir dans düşmüştü payına. Bungalovların arkasında, kuytu bir köşede, sadece mahçup bir lütuf. Başka bir şey değil. Yıllarca tutunduğu derme çatma bir hayal.
Neden sonra gaflet uykusundan uyandı ve hala konuşmakta olan muhasebeciye dönüp ‘kusura bakmayın gitmem gerekiyor’ dedi. Masadan kalktı ve içindeki umutlu ses hayatının artık farklı olacağını fısıldadı.
Comments