Mezarlığın önünde hiçbir şeyden haberi olmadan oyun oynayan çocuklar gibiydi bugün hava . Bir kaos ortamına dönüşüyordu. Gökyüzü kara bulutlarla kaplanıyordu. Çocuklar koşarak eve yetişmeye çalışıyordu. Hayal edebiliyor musunuz olanları? Mezarlığın hemen yanında her zamanki gibi duran o adam, elindeki birasıyla hiç istifini bozmadan oturmaya devam ediyordu. Bulutlar daha çok kararmaya başlarken aralarındaki savaş esnasında şimşekler çakmaya başlıyordu. Bir anda karanlığa gömülen bu ülke, şimşeklerle aydınlanıyordu. Fırtına, uğultular, köpek ulumaları, çocukların ağlama sesleri...
Her şey daha da karmaşık hale gelmeye başlıyordu.
Son bir, iki, üç...
Elindeki birasıyla mezarlığın içinde yol aldı. Ne yaptığını kendisi de tam olarak anlayamamışken elindekini hızlı bir şekilde arkasına doğru fırlattı. Rüzgarın ağaçlarla dans etmesiyle, yağmurun zemine mermi gibi vurup ses çıkarmasıyla karıştı bu ses. İlerledi. Eskimiş olan kömür rengi paltosunu bir hışımla çıkardı, yağmurda ıslanan üstelik bir mezar taşına sığınmış uyuyan köpeğin üstünü örttü. Başını okşadı ve ilerlemeye devam etti. Kafasını kaldırmadan kare taşların çizgisine basmadan yürüyordu.
Bulutlar doğuruyor gibiydi. Yağmur giderek toprak kokusunu dünyanın parfümü haline getirmeyi başarmıştı.
Ve kafasını göğe doğru kaldırdı ansızın, bu kokuyu içine çekti ve bir mezar taşına oturdu. Havanın kararması içini ürpertti ve ansızın bir kahkaha kopardı. Mezarlığın içerisinde yankılanıyordu gülüşü. Sevdiklerini ziyarete gelen insanların bakışları değiyordu bedenine. Hemen kendini toparladı ve mezar taşında 'Bebek Meyra' yazısına baktı. Eline bir avuç toprak sığdırdı ve avucunu sıkıyordu. Cebindeki köstekli saati çıkardı.
"Tik tak... Tik tak... İşte geldim tam zamanında kızım."
"Evet geldin baba burası çok güzel sen de gel," denildiğini duyuyordu.
"Şimdi değil ama geleceğim kızım," dedi yağmurla karışan gözyaşını silerek.
Kısa saçlı ve beyaz önlüklü bir kadın ve kıvırcık saçlı bir erkek yaklaşıyordu ona. Hiç bozmadan dinlediler onu.
"Unutmadan yine, sana hediyeni vereyim kızım," diyerek cebinden bir çiçek origamisi çıkardı ve mezarın en kuytu köşesine toprağa dikti.
"Her şey için özür dilerim kızım."
Hemşire kadın ve erkek onun omzuna dokunarak beyaz çizgili deli önlüğünü gösterdiler.
"Gitme vakti geldi Aktan."
Ve onu mezarlıktan çıkardılar. Ve vardıkları yer bir akıl hastanesiydi. Adamın hafızası gelgitliydi. Oradaki insanlar ona ucubeymiş gibi bakarken o kahkaha atıyordu.
Bir doktor ve bir hemşire aralarında konuşuyordu:
"Aktan ailesini üç sene önce katletmiş. Şizofreni hastası. Onları evde görüp tanıyamıyor ve canavar olduklarını düşünüyormuş. İkisine de verdiği su bardağına uyku ilacı atmış ve ocağın gazını açıp evden koşarak uzaklaşmış. Sonrasında unutup fırından iki ekmek alarak eve gidince onları ölü görmüş. Ambulansı aramış, olanlar o zaman olmuş. Ve bu üç senedir her gün bir şekilde buradan kaçıp kızına, eşine kağıtlardan yaptığı çiçekleri götürüp onlarla konuşur. Ve her günü baştan sarar. Her şeyi unutur."
תגובות