top of page

Bağımsızsın ama


 


Bağımsız sinema nedir? Bir fikrin herhangi bir dış uyarana (genellikle sermaye) maruz kalmadan kayda alınması ve film yapılmasıdır. Yönetmen sineması nedir? Yönetmenin herhangi bir dış uyarana (sermayeye ek olarak ikinci bir kişi, ortak-partner-senarist-oyuncu ki genelde yönetmen, senarist ve yapımcı olur bu filmlerde, gerekirse oyuncu da olur ve gerekirse oynarken ışığı tutar bir eliyle) maruz kalmadan bir fikri kayda alması ve film yapması. Sanat filmi nedir? Olmayan bir şeydir, yanlış tanımdır, hatalı anlatımdır. Onlar sanat filmi de biz karnabahar filmi miyiz derler adama. Hele bir de festival filmi var ki kameralara şenlik. Onlara girmeden eliyoruz. Yönetmen sineması ve bağımsız sinema üzerinden devam ediyoruz ve aralarındaki farkları, neden azalarak tükendiklerini ve neden tükenmemeleri gerektiğini konuşuyoruz.


Sanayi devrimiyle birlikte dünyaya gelen 'endüstriyelleşme' kavramı fabrikaların dışına bir kez çıkınca bir daha önüne geçilemedi. Çünkü hoştu endüstriyelleşme, güzeldi, konforluydu, hızlıydı ve hepsinden önemlisi herkes içindi. Bir ürün endüstriyelleşmediği sürece kitlelere yayılamıyor, dar alanda kısa paslaşmalar şeklinde varlığını sürdürüp bir göl gibi sessiz sedasız kuruyarak kayboluyordu. Bu sebeple talep gören, yani endüstriyelleşmenin ilk şartını yerine getiren her şey hızla endüstriyelleşmeye başladı ve önceliği beyaza verdiler. İyi de yaptılar. Ancak sinema gibi self evident ya da kerameti kendinden menkul ürünlerde endüstriyelleşmenin bazı yan etkileri belirdi. Bunlardan birisi kalıplar. Sinema bazı kalıpların içine konulmaya başlandı. Genele hitap etmenin olmazsa olmazlarıydı bu kalıplar. Zaten Aristocu hikâye geleneği (giriş, gelişme, sonuç) sanat eserinde olmaması gereken kısıtlayıcılığı zorunlu olarak sağlıyordu. Üstüne bir de endüstriyelleşmeyle birlikte gelen kalıplar, satış öncelikli üretimler sinemayı iddiasından vurmak üzereydiler. Sinema da tıpkı hayat gibi olağan bir düş haline geliyordu.



İşte bu gelişi yönetmen sineması kırdı. Talebe yönelik, çorap yapar gibi film yapmayı reddedip tümden gelmeye devam ettiler ve endüstriyel sinemaya öncü oldular. Belki filmleri her zevke hitap etmedi, herkes algılayamadı, geniş kitlelere yayılamadı çoğu zaman ama endüstriyel sinemanın ufkunu açtı, ona yeni hedefler gösterdiler. Sinema heyecanını canlı tuttular. Son film çekildikten sonra hepsi bu kadarmış demek üzereyken sinema emekçileri, Asghar Farhadi A Separation'ı çekti mesela. Bir milyonuncu drama da hala işlenmemiş bir şeyler olduğunu hatırlattı falan.


Yönetmen sinemasının bu başarısı onun varlığının devam etmesi gerekliliğini doğurdu ve işte bağımsız sinema denilen sektörleşmiş yönetmen sineması böyle doğdu. Bir örnek Hollywood'dan Miramax mesela. Böyle şirketler kurulup, bağımsız yönetmenleri bünyelerine kattılar ve bomba gibi birkaç filmle hızla büyüdüler ama sonra bu şirketler kendilerini daha büyük şirketlere satmak zorunda kaldılar.


Bu süreç şöyle oldu; örneğin David Lynch'i ele alalım. Dayı kendi başına filmler yapıyor sessiz sessiz. Diğer tarafta da Cohen kardeşler var. Sonra adamın teki bunları görüyor, gidiyor diyor ki ' ya siz çok güzel işler yapıyorsunuz, sanatınıza saygı duyuyorum ama zorlanıyorsunuz bir başınıza, gelin şu şirket çatısı altında yapın filmlerinizi, korkmayın endüstriyelleşmek yok, istediğiniz filmi yapacaksınız söz. ' Tamam' diyor bunlar da ve olay başlıyor. Miramax küçücük sermayesiyle iki sağlam film patlatıyor ve endüstrinin dikkatini çekiyor. O saatten sonra herkes onu öpmek ve alkışlamak istiyorlar. Miramax yönetmenlere verdiği sözü tutmak için olabildiğince bağımsız kalmaya çalışsa da endüstri öperek elde edemediğine zorla sahip olma prensibini çalıştırıyor ve onu kısıtlayarak varlığını sürdürmesini imkânsız hale getiriyor. O da bir büyüğün bünyesine katılmayı hayatta kalmanın tek şartı olarak görüp Universal Pictures'la el sıkışıyor, böylelikle bünyesine topladığı yönetmenler de farkında olmadan endüstriyel oluyorlar.


Şimdi bu işi kontrol eden bir kişi ya da kurum yok. Kapitalizmin mekanizması bu. Devletler ve bazı bağımsız kuruluşlar fon sağlayarak yönetmen sinemasını bir müddet daha ayakta tutmaya çalışsa da sağladıkları fon devede kula, kirpide diken, maymunda elma olduğu için yönetmen sineması 'sanat filmi' denen az parayla uzun film çekme garabetine dönüyor. Tabii bunun da birkaç dâhisi, birkaç harikuladesi oluyor ama çoğu replika, çoğu imitasyon.


Sevgili boom operatörleri, kıymetli ses teknisyenleri, değerli runnerlar; sinemanın ne kadar büyük bir ışık olduğunun farkındayız ve onun bir yüz yıl daha önümüzü aydınlatması için yapmamız gerekenler konusunda hemfikir olmalıyız. Bağımsız sinemanın varlığını sürdürebilmesi için başta siz sonra da sinemanın ne demek olduğunu bilen insanlar, kitleler, çirkinlik yapmamalıyız. Bütün sinemalarda sadece Avengers'ın yayınlandığı bir dünyada yaşamamak için o fikirleri doğuran, üreten ve büyüten bağımsız sinemaya gereken ihtimamı göstermeliyiz. Bu işin kaşesi az diye boomu kadrana sokmamalı, hiç güzel kadın yok diye bir filme gitmekten geri durmamalıyız. Çünkü hayatta böyledir bazen hiç güzel kadın olmaz. Ve siz sabah kahvaltısında portakal suyu içerken borsayı takip eden endüstriyel kimseler, sinemanın en azından bir kısmının bağımsız kalması gerektiğini ve joint stock corporation'ların her zaman bir miktar risk taşıdığını unutmayın.

 

Comments


bottom of page