top of page

BABAMA MEKTUP

Bir hikaye anlatmak istiyorum size; Sonbahara, kuşlara ve babama dair…


Anadolu'nun küçük bir kasabasında doğdu babam. Altı kardeşin en küçüğüydü. Fakir bir ailenin çocuğuydu ama kimseye muhtaç değillerdi. Babası o henüz ana kucağındayken ölmüştü. Annesi onu kundaklar, sırtına bağlar ve çalışmaya giderdi. Küçük cumbalı bir evde büyümüştü. Suyu tulumbayla dışarıdan çekerlerdi. Annesi ona yetimliğini hissettirmemeye çalışırdı.


Sonra büyüdü babam, okul çağına geldi. Sınıfa girdiğinde pantolonu yamalı tek çocuktu ve herkes ona gülüyordu. Azimliydi, vilayet binasının elektrik ışığında ders çalışırdı. Okuyup büyük adam olacağım derdi annesine. Çok çalışkandı, başarıyla bitirdi okulunu ve artık annesine bakmaya başladı. Eli ekmek tuttuktan sonra sıra münasip bir kızla evlenmeye gelmişti. Çakı gibi yakışıklıydı düğün günü ve bir o kadar da gururlu. Mahallenin en güzel kızını ona vermişlerdi.


Ve işte bu girizgahtan sonra ben devreye giriyorum. Yani ben doğuyorum sevgili okuyucu. Biraz babamın kaderine benzer mi bilinmez ama annem ben doğarken vefat ediyor. Beni babam büyütüyor, hem anne hem baba olmaya çalışıyor bana. Öksüz kaldığımdan olsa gerek şımartıyor beni çokça. Okulun ilk günü onun elini bırakmak istemiyorum. Küçücük elimi sıkıyor, “Aslan oğlum ben seni hiç bırakmayacağım korkma.” diyor ve ders bitene kadar okulun kapısında bekliyor oğlunu. Koşarak gidiyorum ona, kucaklıyor ve havaya kaldırıyor beni. Biliyorum beni asla bırakmayacak, güvenle doluyor içim.


Artık delikanlı oluyorum, babamın saçlarında beyazlar birikmiş. Komşumuzun kızı var, Zeynep adı. Çimenlere uzanıp saatlerce gökyüzüne bakıyoruz ve hayaller kuruyoruz Zeynep’le.

“Kırlangıçlar bir daha ne zaman dönerler geri?” diye soruyor. Ben gülüyorum, mavi gökyüzünü seyre dalıyorum. Çoktan unutuyorum kırlangıçları.

Babamın kolundan hiç çıkarmadığı deri kayışlı bir saati vardı o zamanlar. İlk maaşıyla almıştı o saati, kırk yılı aşkın bir süredir kullanıyordu. “Bu saat seni büyüttüğüm yılların izini taşıyor oğlum” derdi. Gülüyorum ve gözlerimi devirerek “Baba arkadaşlarımla buluşacağım.” diyorum. Babam gülümsüyor oturduğu yerden ve “Git oğlum bekletme arkadaşlarını, ben senin gelmeni bekliyor olacağım.” diyor.

Mezuniyet günüm ve babam aynı okula ilk başladığım günkü gibi orada gururla gülümsüyor bana. Tertemiz mendillerinden biriyle kimseye belli etmeden gözünden akan iki damla gözyaşını siliyor. Herkese beni gösteriyor; "Bakın en öndeki benim oğlum" diyor. Sarılıyor bana. Biraz kızıyorum; “Baba çocuk muyum ben diyorum.” Hiç kızmıyor, her zamanki gülümsemesiyle coşkuyla bakıyor bana…


Çılgın bir havai fişek gösterisinin ortasındayım. Herkes adımı bağırıyor. 35. yaş günümü kutluyoruz. Paranın sahip olabileceği her şeye sahibim. Bir ara elimi yüzümü yıkamak için partiyi bırakıp eve giriyorum. Çalışma odama giriyorum, masamın üzerinde bir zarf dikkatimi çekiyor. Bugün gelmiş olmalı diyorum. Huzur evi gibi bir şey yazıyor üzerinde. Partiye dönmekle zarfı açmak arasında tereddüt ediyorum. Merakıma yenik düşüyorum ve açıyorum o zarfı.

Her şeyin bittiği ve her şeyin başladığı an o andı işte. Sisler perdesinin ardından okuyorum o satırları. “Üzülerek bildiriyoruz, babanız bu sabah vefat etmiştir.” Kalkamıyorum oturduğum koltuktan, kaybolmak istiyorum sanki o koltuğun içinde. Uğultulu bir müzik sesi geliyor uzaktan. Babamın sesini arıyorum karanlığın ortasında. Ve o an hatırlıyorum; “Seni bekliyor olacağım oğlum.” sözünü. Senelerce beklemişti beni ve ben senelerce gitmemiştim ona. Unutmuştum onu, şımarık hayatımla sarhoş olmuştum ama hiç sitem etmemişti bana. Küçücük elimi tutan o koca yürekli adam hiç sitem etmemişti bana. Ağır ağır kalkıyorum sarhoş uykumdan ve ilk uçakla ona koşuyorum. Huzur evinin kapısından girerken bacaklarım titriyor. Odaya girdiğimde babamın yanındaki sandalyede oturan bir hemşire var, sırtı bana dönük. Babamın yanına diz çöküyorum, artık kemikleri belli olan ellerini öpüyorum, ağlıyorum tüm hayatımdan özür dilerken. Hemşire sessizce kalkmış elini omzuma koyuyor; “Baban seni böyle görmek istemezdi. Benim aslan oğlum ağlar mı hiç derdi.” diyor. Buğulu gözlerimin arasından görüyorum, Zeynep konuşuyor benimle. Ellerine sarılıyorum onun, sonsuz kederle ağlıyorum. Kaderin cilvesi, babamın bulunduğu huzur evinde Zeynep çalışıyormuş ve son ana kadar asla bırakmamış onu. Oysaki ben ikisini de terk etmiştim. Çocukluğumu, hatıralarımı, evimi, yuvamı, benliğimi terk etmiştim. Geri gelsin, bırakmasın beni, her şeyimi vereceğim diye bağırıyorum boşluğa. Boşluk, uğultulu bir sessizlikle cevap veriyor sanki bana.

Ertesi günü ılık bir meltemin eşliğinde defnediyoruz onu. O kadar perişanım ki ayrılamıyorum yanından, saatlerdir oturuyorum orada. Akşam oluyor, Zeynep yanıma oturuyor. Gitmemiş, terk etmemiş beni. Elinde küçük bir kutu var, ''Baban bunu sana bıraktı.” diyor. Kutuyu açıyorum, babamın tüm hayatı ve ben oradayım işte. Hiç çıkarmadığı deri kayışlı kol saati. Kokluyorum, içime çekiyorum, bitmesin istiyorum o koku. Zeynep’ in kucağına düşüyor kafam; “Affedin beni” diyebiliyorum sadece.


Sonbahar bütün yapraklarını oturduğum tahta banka getirmiş sanki. Gökyüzüne bakıyorum, kırlangıçlar sürü halinde bir sonraki mevsime kadar gidiyorlar buralardan. Gülümsüyorum onlara; “Babama geleceğimi söyleyin kuşlar.” diyorum. Bir renk cümbüşünün ortasındayım, batmakta olan güneşi seyrediyorum göçmen kuşlara veda ederken. Küçük bir el elime dokunuyor; “Baba, büyüyünce bana saatini verecek misin?" diyor. Gülümseyerek bakıyorum ona ve kolumdaki deri kayışlı saatime. “Aslan oğlum tabii ki sana vereceğim.” diyorum. Kucaklıyorum derin bir özlemle onu. Omzunun üstünden Zeynep’i görüyorum. Elinde tertemiz bir mendille gözlerini siliyor usulca. Beni affetti biliyorum. Babamın bana bıraktığı en büyük servet ailem. Biliyorum ve anlıyorum artık onu.

Zeynep'e doğru yürüyorum oğlumun küçücük elinden güvenle tutarak. Bana verilen bu kutsal hazine için sonsuz minnet duyuyorum. Her şey geçecek biliyorum. Kırlangıçlar geri dönecek, doğa yemyeşil bir örtüyle yeniden yaşam bulacak. Yakamozlar oynarken suların üzerinde, benim aslan oğlum büyüyecek biliyorum.


Ama tek bir şey asla geçmeyecek. Yüreğimdeki o ince sızı tekrar buluşuncaya kadar asla geçmeyecek. Biliyorum...


Comments


bottom of page