top of page
Writer's pictureÇağıl Güneyli

VEDA


 

Tekrar kalkmak, tekrar başlamak lazım diyorum içimden. Kanayan yaralarıma pansuman yapmak, tekrar koşmak lazım biliyorum…


Küçük ama beni bana anlatan, benimle yaşlanan, bir tarafı kırık ama asla atmaya kıyamadığım bir aynam var. Belki de bir ömrü birlikte geçirdiğimizden olsa gerek, aramda bir bağ olan aynamın karşısına oturuyorum. Uzun uzun bakıyorum hüzünlü ama umutlu gözlerime. Uzun uzun dertleşiyorum gözlerimle. “Ne de olsa beni en iyi anlayan bu gözler değil mi?”diyorum ve tebessüm ediyorum kendime. Buruk bir gülümseme aslında bu gülümseme. Onca yıl, onca hatıra, onca söylenilen söz ve insanın gözleriyle baş başa kalması. Ve insanın buna tebessüm edebilmesi…

Sonra derin bir iç çekiyorum, küçük ama şirin balkonuma gidiyorum. Nefis begonyalarımı kokluyorum. Bana küsmemeleri için bazen saatlerce konuşuyorum onlarla. Akşam güneşi yüzümü ısıtıyor ve küçük bir serçe balkonumun uç kısmına konuyor. Onu tanıyorum, kısa bir süre önce balkonuma gelmeye başladı. Bende her seferinde onun karnını doyurmak için bir şeyler koyar olmuştum balkona. İlk başlarda biraz ürkek olsa da şimdilerde bana alışmış olsa gerek, günde iki defa geldiği bile oluyor. Ben akşam çayım elimde, oturup dalga seslerini dinlerken, bu minik dostum da orada olduğumu hisseder ve balkonun ucuna gelip yerine konar. İkimizde oldukça keyif alıyoruz diyebilirim bu arkadaşlıktan.


Ve akşam güneşini izlerken aklıma Ahmet Haşim’in çok sevdiğim Merdiven şiiri geliyor;

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Akşam güneşini uğurlarken içimdeki yabancıyı da uğurlamam gerektiğini düşünüyorum. Yeniden başlamak için ona birkaç veda cümlesi söylemem gerek diyorum. Aksi takdirde hatıraların bir hayalet gibi peşimden geleceğini biliyorum. Aksi takdirde yaranın asla kapanmayacağını ve içten içe beni yeyip bitireceğini biliyorum. Ancak bu vedalaşmadan sonra özgür olacağım ve ruhum minik serçem ile yan yana dans edebilecek. Bir fincan çayımı yanıma alıyorum, begonyalarımın yanına oturuyorum ve başlıyorum anlatmaya.

Sen hep haklı değildin. Beni okyanus kadar sevdiğini söyleyip, okyanus altı araştırmasına girerek yeni balıklar keşfetmeye çalışırken sen asla haklı değildin. Buluşmak için sözleştiğimiz ama senin son dakika toplantın çıktığı zamanlarda ( Benim asla inanmadığım toplantılar bunlar tabi ki) sen asla haklı değildin. Tüm yaptıklarından ötürü seni terk edeceğimi anladığın zaman kocaman bir gül buketiyle geldiğinde, buketi kafama atar gibi verip, sonrada beni tek kelime bile konuşturmadan yeni iş projelerinden bahsederken de hiç haklı değildin biliyorsun değil mi? Ben geleceğimizle ilgili hayaller kurarken sen evlendiğimizde yapmam gereken ödevleri tek tek bana sıralarken de ve tabi bu esnada ben öfkeden tırnaklarımı yerken de seni yazık ki ne kadar uğraşsam da haklı göremedim. Kendimi romantik hayallerden kafa üstü yere çakılmış bulunca sana olan sevgimde yarı yarıya sert zemine çakılmış oldu. Benim mütevazi, sıcak ve samimi ailemi yok sayıp, beni kendine eş seçmiş olmayı bana lütuf gibi gösterip, ömür boyu sana borçlu olduğumu hissettirdiğinde de sana hak vermedim. Ve hatta aileme beni istemeye geldiğinizde, bütün aileme acıyarak baktığında ve kahveyi bile içmediğinde sevmek bunun neresindeydi acaba diye düşünmüştüm. O gece sabaha kadar ağlamış acaba yanlış bir adım mı atıyorum demiştim. Ama gene de sana olan sevgim ağır basmış ve o gün yaşanılanları unutmaya çalışmıştım. Şimdi anlıyorum ki yaptığın hiçbir davranışı unutmamışım ve iyi ki de unutmamışım. Yoksa sonum hangi ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde olurdu bilmiyorum inan. Oysaki ben seni ilk halinle sevmiştim. Fakültenin ilk yıllarında tanışmıştık seninle ve hayatımda gördüğüm en düşünceli, en duygusal, en sevecen insan sendin. Aylarca karşıma çıkmıştın ve en sonunda birbirimize deliler gibi bağlanmıştık. Birbirimizin en iyi arkadaşı, en iyi sırdaşı, en iyi dert ortağıydık. Birbirimiz olmadan yemek bile yemezdik. Bir ekmeğimiz varsa ikiye böler paylaşırdık seninle. Ve ne tatlı olurdu o ekmeği beraber yiyebilmek. “Her şey seninle güzel.” derdin bana. Kendimi senin yanında hep özel ve hep güvende hissederdim. Sonra okulumuz bitti, senin önüne çok güzel bir iş fırsatı çıktı. Hatta o gün bunu beraber kutlamış, sabaha kadar şarkı söylemiştik. Bende küçük bir yerde işe girmiş, evlilik için para biriktirmeye bile başlamıştım. Ama sonra sen değiştin. Önce söylediğimiz şarkıları, sonra da beni unutmaya başladın. Değişim yavaş yavaş oluyordu ve hepside gözümün önünde oluyordu yazık ki. Sesinin tonu bile değişmişti. Artık daha sert, daha kuru bir sesin vardı. Tüm bunları seninle konuşmaya çalıştığımda ise, gene başlama diyor, acil bir işim çıktı diyerek çekip gidiyordun.

İşte tüm bu gel gitlerle seneler seneleri kovaladı ve ben senin tüm yalanlarına rağmen umutsuzca seni sevmeye devam ettim. Etrafımdaki herkesin bana acıyan gözlerini üzerimde hissediyor ama her şeye rağmen seni savunmaya devam ediyordum. “ O çok çalışıyor ve ikimizin geleceği için çalışıyor.” diyerek seni her konuda haklı gösteriyordum. Bu durum ne zamana kadar sürdü biliyor musun? Dün meşhur kırık dökük aynamda yüzümdeki ilk çizgilerimi görene kadar sürdü bu manasız bekleyişim. Ve işte o ilk çizgi bana her şeyi baştan sona ve tüm çarpıcılığıyla anlatmaya yetti. Aslında sen uzun zamandır yoktun ve ben uzun zamandır boş bir hayalin peşinden koşuyordum. Ve işte bu akşam vakti seninle son kez konuşuyorum ve seni içimden uğurluyorum.


Evet sevgili, sen hiçbir zaman haklı değildin. Ve bana tek haksız, tek yanlış sadece ve sadece sendin. Bunu fark etmem belki uzun zamanımı aldı ama biliyorum ki bir o kadarda hızlı iyileşeceğim. Artık daha iyi olacağımı biliyorum çünkü bugün seninle vedalaşıyorum. Bundan sonra beni hiç kimsenin üzmesine izin vermiyorum diyorum ve derin bir nefes vererek başımı oturduğum koltuğa yaslıyorum. Minik dostum hala burada, gitmemiş, akşam güneşiyle bana eşlik etmiş. Begonyalarımın enfes kokusu burnuma geliyor. Onlarda buradalar işte, bir yere gitmemişler. İçimi kaplayan dinginliği ve huzuru hissedebiliyorum. Akşam yürüyüşü için sahile inmeye karar veriyorum ve günler sonra belki de ilk kez evimden dışarı çıkıyorum. İlk adımlarımı atarken yüzümde tatlı bir heyecan dolaşıyor sanki. Temiz havayı içime çekerken sahilde eski bir arkadaşımın bana el salladığını görüyorum. Yıllar olmuştu birbirimizi görmeyeli ve küçük çocuklar gibi sarıldık birbirimize. Heyecandan yüzümde tatlı bir pembelik oluşmuştu. Arkadaşım beni bir banka oturtup koşarak iki çay aldı. Ve o güzel yaz akşamında denizin sakin dalgalarının eşliğinde biz iki arkadaş yılların hasretini giderirken içimden bir ses, hoş geldin hayat diyordu bana.


Ve sevgili okuyucu yazıma burada son verirken söylemek istediğim son bir kaç cümle şudur; Hayat düz bir çizgiden ibaret değildir. İnişler ve çıkışlarla doludur. Bu tıpkı kalp atışlarımız gibidir. Kalp atışlarımız düz çizgi olduğu zaman yaşam sona ermiş demektir zaten. O zaman tüm bu inişler ve çıkışlar yaşamın devam etmesi için olması gerekenlerdir diye düşünüp yaşama sıkı sıkıya sarılmaya devam etmeliyiz diyorum.


Elbette acı çekeceğiz, elbette kayıplar yaşayacağız ve elbette bir gün, evet mutlaka bir gün yeniden gülmeyi öğreneceğiz…



 

Comments


bottom of page