top of page
Writer's pictureHatice İskender

VEDA


 


Güneşli ve neşeli bir bahar gününde bavulunu hazırlamaya çalışıyordu. Eşyaları arasında karar vermesi gerekiyordu. Bir mavi çizgili beyaz gömlek, bir kahverengi pantolon, bir lacivert hırka, birkaç iç çamaşır ve biri topuğundan delik olmak üzere üç çorap koymuştu bavuluna.

Kararsızdı, bavulunda kalan yerlere yine kıyafetler mi koymalıydı, yoksa şimdiye kadar yaşadığı hayatından kalıntılar mı? Unutmak istemiyordu, kopmak istemiyordu, daha evvel bir yaşamı olmayan biri olmaya çalışmak içinden bir şeyleri kazıyordu. Fakat; biliyordu ki, acılarını hatırlamak onun hayatına devam etmesine izin vermeyecekti. Aslında bir ömür acıdan kıvranabilir, ruhu çekilmiş zavallı bir beden olarak belki açlıktan, belki hastalıktan ölene kadar varlığını sürdürebilirdi. Canı yandıkça ağlar, gözyaşının bittiği yerde bir noktaya uzun uzun bakar, uykuya sığınır, kabuslarından kaçmak için kendini uyuşturmaya çalışır; hülasa yaşam belirtisi vermemek için elinden geleni yapardı. Fakat; her şeye rağmen hayatın böyle bir şey olmayabileceği; eğer o isterse, şansı da yaver giderse belki yeniden bir yaşama sahip olabileceği ihtimalini de saklı tutuyordu.


Kimi sevse ölmüş olan bu adam, kendinin yaşamakla lanetlenmiş olduğunu düşünse de bu zamana kadarki yaşam bilgisinden daha farklı bir yaşamın olabileceğine aslında deliler gibi inanmak istiyordu. Ta ki “Ya olmazsa” sorusuna kadar. Onu sorduğunda vücudu tekrar bitkin düşüyor, atalet her yanını sarıyordu.


Ama şimdi bunca zaman çektiği acılardan daha farklıydı bu. Canını yakacak dahi kimsesi kalmamıştı. Bu yeni tecrübe edeceği bir şeydi. Bir karar vermeye çalışıyordu. Aniden kararını verdi ve sandalyeye asılmış olan kolu yamalı soluk, güneş ışığından farklı tonlara çalan koyu gri ceketini sırtına geçirdi. Göğsü dik duruyordu. Aynaya baktı, saçlarını eliyle sola doğru taradı, kaşlarını düzeltti. Bavulunu kapatmadan koltuğun üzerinde duran birkaç parça kıyafeti de ne olduklarına bakmadan bavula attı ve fermuarını çekti.


Dışarısı evin puslu havasından çok farklıydı, “Bak, burada başka bir dünya var.” dedi kendi kendine. Otogara gitmek için yarım saatlik bir yürüme yolu vardı, bu yolu doyasıya yürümek istedi, dolmuşa binmektense. Okullardan bağrışan öğrenci sesleri, kornalar, eskicilerin bağırtıları, bir kadının telefonda konuşurkenki öfkeli sesi, bir parkta okuldan kaçtıkları belli olan gençlerin şakalaşmaları ve kahkaha sesleri, çalan telefonlar… Duyabileceği hiçbir sesi kaçırmadan, büyük bir titizlikle dinledi hepsini. Burnundan soluk vererek ufak tebessümler etti her yeni sese. Aklına ket vurmuştu, sadece gördüklerine ve duyduklarına odaklanmıştı. Bir kez müsaade etse yeniden o fikirlerin aklına gelmesine, bu umudu kaybedeceğini biliyordu. En ufak bir ihtimalde hemen yeni bir şey bulup ona odaklanıyordu.


Harem’e geldiğinde yorulmuştu, gidip kendine bir bilet aldı, deniz gören bir şehre. Cebinde sadece bir gün yetirebileceği kadar para kalmıştı. Vakit gelene kadarsa deniz gören, cilası kalkmış eski bir banka oturdu. Ellerini göğsünde bağladı, güneşten gözleri kısılsa da ısrarla bakmaya devam etti. Hiç sağına soluna bakmadan öylece bakıyordu; güneşin denizdeki kırılmasına, uçan martılara, karşıya giden vapura. Sonra yanındaki bankta oturan yaşlı bir kadına gözü ilişti. Çok açık sarı kıvır kıvır saçlarına baktı, sonra çok şık giyinmiş olduğunu fark etti. Kadın elindeki simidi yerken denizi izliyordu. Geçen seyyar çaycıyı durdurdu, yanında getirdiği yaldızlı cam bardağı çıkarıp çay istedi. Aldı bardağını eline ve o sırada gözü adama takıldı. “Siz de ister miydiniz, yanımda bir bardak daha var.” dedi. Adam şaşırdı ve teşekkür edip reddetti. Yaşlı kadın ona gülümsedi, ‘peki’ anlamında başını sağa doğru eğdi ve denize bakmaya devam etti. Adam kadının şefkatinden ve nezaketinden çok etkilenmişti. İçi ısındı.


Saat gelmişti, adam bavulunu aldı ve otobüse gidecekken, kadına dönüp “İyi günler.” dedi. Sonra da bu yaptığından ötürü hem kendine şaşırmıştı hem de bir yabancıyla kurduğu bu ufak ilişki onu mutlu etmişti. Otobüsteki yerini aradı. Ortalardaki 17 numaralı tekli koltuğa oturdu, cama başını dayadı. Otobüs hareket ederken görebileceği her şeyi ziyan etmeden görmeye çalıştı. Büyüdüğü bu şehre içine sinerek veda edebilmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı.

 

Comments


bottom of page