top of page
Writer's pictureÇağıl Güneyli

TREN GARI

Tren garının bekleme salonunda otururken duvara monte edilmiş kabartmalı saatin tik tak sesini duyar gibi oluyorum. Eski model devasa bir saat ve tıpkı Mona Lisa tablosu gibi ne yöne giderseniz sizi izliyor izlenimini edinirsiniz. Oturmaktan bacaklarım uyuşmuş, garın içinde bir ileri bir geri yürüyorum. Kulağıma gene tik tak sesleri geliyor. Ama bu sefer gelen seslerin saatten değil kalbimin gümbürtüsünden olduğunu anlıyorum. Biraz sakinleşmek için tekrar oturuyorum. Ellerimi dizlerimin üzerine koyuyorum. Dizlerimin titrediğini kimse görmesin istiyorum. O kadar heyecanlıyım ki garda bulunan herkese sarılmak istiyorum. Tekrar duvardaki saate takılıyor gözlerim. Hele şükür yarım saat sonra beklediğim tren perona girecek diye düşünüyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve tam yirmi yıl önce yedş yaşındaki halimle karşılaşıyorum.

Annem her zamanki telaşlı haliyle kapıdan içeri girerken sarı bukleleri havada uçuşuyordu.

Koşup bana sarılırken buklelerinin kokusunu içime çekmeyi o kadar çok severdim ki, sımsıkı sarılır bırakmak istemezdim. Benim için mutlaka bir çikolata getirmiş olur, her seferinde; “ Bil bakalım ne getirdim senin için?” derdi. Yokluğunu böyle telafi etmeye çalışırdı çoğu zaman. Oysaki ben hep onun kokusuna hasret, geleceği saati iple çekerdim. Bölük pörçük hatıralarımdan geriye kalan annemin sarı bukleleri ve elinde tuttuğu minik çikolata kutusuydu. Bunlar çocukluğumun en mutlu hatıralarıydı. Ve bunları hatırlamak gözlerimin yaşlarla dolmasına sebep oluyor bugün bile.


İşte bu yüzden o kadar heyecanlıyım ve gözüm büyük duvar saatinde hala. Birazdan perona girecek olan trenden annem inecek ve ben onu tanıyıp tanımayacağımdan bile emin değilim. Bütün duygularımı bastırdım belki ama ona olan özlemimi bastırabilmek için bir yol bulamadım. O kadar uzun ve zor bir yoldu ki, bugün bu garda bu anı yaşadığıma inanmakta hâlâ zorlanıyorum. Dışarıda usul usul yağmur yağmakta ve ben gözyaşlarımla yağan yağmura eşlik ediyorum.

Gene yağmurlu bir nisan ayında ayırmıştı kader annemle beni. Son hatırladığım şey arabanın arka camından avazım çıktığı kadar bağırırken ben, onun yere yığılmış o perişan haliyle bir eli havada sanki beni tutmaya çalışır gibi, bir eli yüzünde sürekli ağlamasıydı. Henüz yedi yaşındaydım ve tek bildiğim annemin beni neden bıraktığını bilmediğimdi. O günden sonra her gün yurt penceresinde sürekli onun gelmesini bekler haldeydim. Pencereden ayrılırsam onun geldiğini görmem diye ödüm kopardı. Hiç gelmedi, belki de hiç gelemedi ama ben hiç yılmadım, o pencerede beklemeye devam ettim. Sonra ne mi oldu, yeni bir anne baba getirdiler bana. Elimden tuttular kocaman bir eve götürdüler beni. Hiç görmediğim oyuncaklarım oldu, yaldızlı bir odada uçak maketlerim oldu. Bazen yeni annem odama girer, yüzünde bir gülümsemeyle küçük bir çikolata verirdi bana. Sarılır, saçlarımı okşardı. Bende sarılmak isterdim ona ama yazık ki annem gibi kokmazdı sarı bukleleri.


Böylece seneler geçti, büyüdüm, yaşadıklarımı yaşadım, yaşayamadıklarımı çocukluk hatıralarımda sakladım, belki bir gün gelir beraber yaşarız diye asla büyütmedim onları. Yaşım büyüdükçe ebeveynlerim annemle ve yaşadığı zorluklarla ilgili bilmem gereken her şeyi anlattılar bana. Babam ben çok ufakken ölmüştü ve annem benimle birlikte tek başına kalmıştı bu dünyada. Gece gündüz çalışmış, bana bakmaya uğraşmıştı. Yorgun, bitap ve mutsuzda olsa asla bunu belli etmemiş, bütün enerjisini beni büyütmeye harcamıştı. Ama benim kendisiyle iyi bir geleceğe sahip olamayacağımı anladığı anda çok zor bir karar vermiş ve evlatlık kâğıtlarımı imzalamıştı. Tüm bunları anlatırken ebeveynlerim benimle beraber ağlamışlardı. Onlar benim canımın diğer bir parçası olmuşlardı ve sonsuza kadar benim parçam olmaya devam edeceklerdi. Ama yalvarmıştım onlara; “ Ne olur bir kez annemi göreyim,” demiştim. O kadar çok seviyorlardı ki beni bir şekilde onu buldular ve yirmi yıl sonra bir buluşma ayarladılar.

Ve işte şimdi ben burada, bu garda, perona girecek olan trenden annemin inmesini bekliyorum. Uzaktan sesi duyuyorum, koşar adım perona geliyorum. Tren ağır ağır duruyor, kapılar yavaş yavaş açılıyor. Onun ineceği vagonu biliyorum, önünde dizlerim titreyerek bekliyorum. Ebeveynlerimin ayarladığı bu buluşma öncesi annemin ne sesini duydum ne de resmini gördüm. Tek güvendiğim şey hatıralarımda olan görüntüsüydü. İnsanlar tek tek vagondan inerken korku kaplıyor içimi. Ya gelmediyse, ya vazgeçtiyse diyorum. Dönüp gitmeyi düşünüyorum son yolcularda inerken. Tam o sırada onun sarı buklelerini görüyorum. Her zamanki telaşlı haliyle havada uçuşan ama artık beyaz olan sarı buklelerini. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle;

“Oğlum,” diyerek bana doğru koşuyor. Tanımıştı beni, unutmamıştı ve tam karşımda etiyle kemiğiyle oradaydı işte. Birbirimize sarılmış ağlarken saçlarının kokusunu içime çekiyorum biriktirmek istercesine.


Gardaki banka oturtuyorum onu. Yüzüme dokunuyor, ellerimden tutuyor; “Kocaman olmuşsun,” diyor. Ekliyor ardından; “Beni affet oğlum, seni o arabada giderken izlemek bu dünyadaki en ızdırap verici duyguydu. Ama buna mecburdum, senin iyiliğin için kalbimde o hançerle yaşamaya mecburdum. Ve biliyordum ki bunu yapmakla senin hayatını kurtarıyordum. Her gün senin hasretinle kıvrandım, her gün seni beş dakika da olsa görebilmek için dualar ettim. Seni gördüm ya oğlum tüm dünyalar benim oldu, ölsem de gam yemem artık.”



Sonra çantasını açtı ve küçük bir kutu çikolata çıkardı, titreyen elleriyle bana uzattı. Gözyaşlarımdan konuşamıyordum. Uzanıp ellerini öptüm; “Annem ben sana hiç küsmedim, seni hep bekledim, seni hep beklerim. Beni bırakıp gitme bir daha ne olur,” dedim. O ise; “Seni bir daha asla bırakmayacağım asla,” dedi ve sımsıkı sarıldı bana. Onun çikolata kokan buklelerine sarılıyorum tekrar içimde sonsuz bir mutlulukla. Bir sürü planlar yapıyorum içimden, kaybettiğimiz zamanı telafi edebilme düşüncesiyle. Ona çektiği acıları unutturacağım, yeter ki kaybetmeyelim tekrar birbirimizi diyorum. Hala sarılırken ona etrafımızda toplanan kalabalığın sesini zar zor duyuyorum. Birisi; “Ambulansı arayın,” diye bağırıyor. Annemi benden ayırıyorlar, kalp masajı yapmaya başlıyorlar. Bana son kez sarılmış ve son nefesini vermişti . Ben ona kavuşmanın sevinciyle hayaller kurarken onun kalbi bu sevince dayanamamış ve neredeyse sevinçli bir vedayla uçup gitmişti yanımdan. Tekrar sarılmak istiyorum, haykırıyorum ama bırakmıyorlar beni. Ben yere diz çökmüş ağlarken o küçücük garda, küçücük bir toplulukta benimle birlikte ağlıyordu adeta. Büyük küçük herkes bu hüzünlü veda karşısında gözlerinde yaşlarla derin bir sessizliğe gömülmüştü. “Şimdi değil anne, şimdi gidemezsin. Kalk hadi,” diye bağırıyorum. O yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle yerde yatarken ılık bir meltem esmeye başladı garın içinde ve sanki bir el saçlarımı okşayarak rüzgarla birlikte göğe doğru yükseldi. Ve o rüzgar uçup giderken çikolata kokan buklelerinin kokusunu duyar gibi oldum. Veda değil bu dedim içimden, bir gün gene kavuşacağımızı bilerek hüzün dolu gözlerimle elinden tuttum son kez.

Beyaz bir örtüyle onun yüzünü kapatırlarken bir el omzuma dokundu. Beni evlat edinen anne ve babam oradaydı işte. Her zaman yanımda, her zaman oradaydılar. Her ikisi de ağlıyordu. Babam kolumdan tutup beni kaldırdı; “Evladım annen uzun zamandır hastaydı. Doktorlar aşırı heyecanın onun ölümüne yol açacağını söylemişlerdi. Ama biz bu riski göze aldık ve son anlarını seninle geçirmesi için elimizden geleni yaptık,” dedi. Onlara sıkıca sarıldım ve annemin beni ne kadar çok sevmiş olduğunu bir kez daha anlamış oldum. Beni bu dünyadaki en sevgi dolu insanlara emanet etmişti. Bunu ancak çocuğunun iyiliğini düşünen kocaman kalpli bir anne yüreği yapardı.


Bazen evet bazen yağmurlu bir günde, sessiz bir akşamda, yakamozlar suda oynarken annemin sarı buklelerinin kokusunu duyar gibi oluyorum. Ve bazen de ılık bir meltem estiğinde saçlarımda ellerinin dolaştığını hissediyorum. Bir anne ve çocuğunun arasındaki bağ ebedidir, ölüm ayırsa bile hatıralar onları birbirine bağlı tutar. Küçücük bir hatıra bile o bağı sonsuza dek yaşatır.


İçinizdeki çocuğun sonsuza dek yaşaması dileğiyle…


Comments


bottom of page