İnanışa göre biz dünyaya bu bedende gelmeden önce bize hayatımızı göstermişler. “İster misin sevgili ruh bu hayatı?” demişler. Kabul edenler bu bedenlerde bu hayata gözlerini açmış. Sen, ben, bizler işte o ruhlar olmuşuz. Acılarımız, sevinçlerimiz, korkularımız, şükürlerimiz, öfkelerimiz ve dahasına tamam demişiz aslında. Hayatımızda olan her kavuşmayı ve ayrılığı kabullenmişiz. Bize büyük resmi göstermişler, bize bizi anlatmışlar; peki demişiz…
İçinde yaşarken hayat öyle gelmiyor ne yazık ki. Her an ya çok kocaman oluyor, tüm gücümüzle yükler ile başa çıkmaya çalışıyoruz. Olmuyor, eziliyoruz bazen. Kalkamıyoruz düştüğümüz yerden. Yahut anlar geliyor, huzur buluyoruz, kahkahalarımızla süslüyoruz hayatımızı. Hafifliyoruz adeta yenilmez oluyoruz. Çocukluğumuzda anlatılan masal kahramanlarına dönüşüyor, büyülü ormanlarda kayboluyoruz.
Bugün burun kıvırdıklarımıza çok önce tamam dediğimiz düşünülürse çok da kötü bir hayatı seçtiğimiz söylenemez. Hatta “neden?” diye sormak bile anlamsız olabilir. Yakınmak? Hayır, sadece merakla yaşamak asıl olan! Beklenmeyeni beklemek ve geldiğinde anılarının arasından sıyrılıp göz kırptığında sana onunla kucaklaşmak. Dejavu deniyor bu göz kırpmasına. Bu küçük anı parçacıkları bize gösterilen hikayemizden aklımıza kazınanlar. Aynı önceden izlediğimizi unuttuğumuz filmi izlerken bir sahneye denk gelip hatırlamamız gibi. Bir bakış, bir söz, bir dokunuş, bir tını ve bazen de bir koku... O ana dönmek işte bu kadar kolay.
Anlar geliyor. Günler geçiyor. Yanımızda ellerini tuttuğumuz insanlar, yaslandığımız omuzlar değişiyor. Biz yine biz olarak kalıyoruz aslında elimizde sadece biriktirdiklerimizle. Bir kumbara gibi olmak gerek bu hayatta. İyileri ve kötüleri kabul etmek lazım. Üzenler geldiğinde kumbaradaki mutluluklarımızı çıkartıp hatırlamamız lazım. Renkleri solmadan allanıp pullanmamız lazım.
Comments