Biraz boşluğa düştüm, biraz üzüntü yaşadım, biraz bir şey yapamadım.
Şehir dışına çıktım biraz vakti kendime çevirip. Şehir dışına çıkmalı üzüntü yaşadım diye gülüyordum muhabbet esnasında, bilirsiniz o hüznü belki…
Sakarya doğadır, güzeldir coğrafyası. ATV turu yaptık tam döneceğim gün. Zaten bir iki günlüğüne gitmiştim ama günü doldurmak önemli, doldurdum. Hastalık kapıp döndüm hem çevremdekilerden hem de terleyip soğumaktan belki, mühim değil, değdi. Bir hafta hasta yattım neredeyse.
Sosyal medyada arada görüyordum kafenin ilerleyiş videolarını ya da hazırlık paylaşımlarını. Çok heyecanlılardı ve bunu hissediyordum. Orda olmadan da istiyordum güzel bir açılışla büyümelerini. Biraz çekinirim bir şeylerden, bu kötü bir şey yapmaktan kendini çekmek değil. Mesela birine bir şey diyeceğim ya da anlatacağım, soracağım; o kişi de benim için önemli ya da bir ayrı önemli bilmiyorum, biraz çekinme falan hissediyorum ve ya duruyorum ya da kem küm ederek yapıyorum. Arayıp hal hatır sormak da buna dahil olabiliyormuş.
Bir gün odamı topluyorum, bir mesaj geldi Zehra Hanım’dan. Müsait misiniz, diye. Müsaitim, dedim bir problem olup olmadığını sordum ve kafeye çağırdı, bozuk paraları koyduğum cüzdanı da alıp çıktım. Kafe için bozuk para çok önemliydi ve gitmişken bunu onlara verecektim, nimet gibiydi garip bir şekilde; bunu biliyordum.
Kafeye geldim, Hale Hanım’ı görünce yanına gittim selam vermeye
. Gülüştük. “Noldu” dedi, “Çağırdı geldim” dedim, “Kim çağırdı” dedi “Zehra Hanım” dedim, “Allah Allah” dedi güldüm. Zaten ikimiz de gülmemizi tutarak konuşuyorduk.
“2-3 yap başla” dedi. Ne, nasıl, olduktan sonra baktılar bana, gerçek olduğunu anladığımda bara koştum. Önlük aradım, önlüğümü bulamayınca Hale Hanım’ın yanına gidip “Benim ağlayarak bıraktığım bir önlüğüm vardı burda” dedim, “O nerde”. “Şu an hiç önemli değil” dedi, gerçekten o an hiç önemli değildi, hemen bir tane bulup taktım üstüme. Önlüğünü kendine zimmetleyip fotoğrafını attıktan sonraki gün işten çıkmak yük olurmuş insana… Bu söz gündemde ya biraz, cuk oturdu şu an. Değerlendirmek lazım bazen bazı şeyleri bazı yerlerde.
Ben işten çıkmadan önce yeni alınan tecrübeli baristalar vardı. Onlardan biri olan Eylem Hanım “Yoksam siz geri mi döndünüz” dedi gülerek heyecanla. Galiba ben geri dönmüştüm… Görenler “Aaa hoş geldin” diyorlardı ve ayaküstü konuşuyorduk, “Hoşbuldum” diyordum. Ve gerçekten hoş bulmuştum. Çok güzel olmuştu yeni yer, taptaze bir taşınma vardı ortalıkta. Kapıya geçtim bir ara, “Hoş geldiniz, iyi akşamlar” demeye. Tolga Bey var, yeni gelen Tolga Bey değil ondan önce gelen Tolga Bey. Biri 1 biri 2 de galiba 1.gelen 1. Buna hiç kafa yormamıştım, yazmak bir şeyleri bulmak gerçekten. Bazen es vermek gerekiyor bir de, şu an bunu yaptım, siz okurken size de bunu yaptım. Şimdi devam ediyorum. Kapıda beni gördüğünde “Aaaa” dedi, güldüm, “Hoş geldiniz” dedim. O da bana hoş geldin derken beni gördüğüne, geri geldiğime çok mutlu olduğunu söyledi. Güldüm. İçtenliğini gördüm Tolga’nın orda mesela ve bu beni çok mutlu etti. Sonrasında birkaç gün geçince bunu ona da söyledim zaten. Değer vermek, değer görmek, bir yerde istenmek çok önemli şeylerdi. Bunu çok iyi biliyordum. Bir yerde olmak istemek de çok önemliydi ve bunu da biliyordum.
Bardayken sıcak ürün gelmişti ve Zehra Hanım “Evis Hanım, latte kreması yapabiliyor musunuz?” dedi, bakıp “Bazen” dedim. Bana şaşkın bakıp gülerek “Nasıl bazen” dedi. Güldüm, e öyle, der gibi baktım. O yaptı ürünü.
Çıkmadan önce sürekli deniyordum krema yapmayı. Geldim, yine sürekli deneme yapmam gerekecekti. Yaptım. Tolga Bey’ bana bir iki bir şey göstermişti ben çıkmadan önceki denemelerim sırasında, sonradan gelen Tolga, Eylem Hanımlarla gelen Tolga Bey(2). O geldi yanıma ben deneme yaparken. Tam öğrenecektim, dedim, evet baya deniyordun sen, dedi. 3 günlük deneme sürecine tabi tutuldum, klasik. Tamam, dedim gülüp ve bara girmedim 3 gün. Zaten 3 günden fazla oldu bu süre çünkü ben saçma bir şekilde elimi dikişlik derecesine kestim. İş dışında bir yerde kendinizi yaralarsanız işiniz de etkileniyor. Paso 2’de dolandım. Dolandım dediğim de Contra’da 2’de dolanmak nedir, bilen bilir. Birkaç gün gruplara alınmadım, zaten varım mı sanılıyordu bilmiyorum ama yoktum, hatırlatıyordum sonra yine yoktum. Toplantı varmış akşama. Beni aldı gruba nihayet Zehra Hanım. Toplantıya katıldık, biraz kritik bir toplantıydı bu da. Bazı uyuşmazlıklar, ters düşme durumları falan varmış. Hale Hanım bizden çözüm istedi, kafeyle alaka ve ilgiyi ölçen bir şey yaptırdı, katıldık. Yapıcı kadındı, akıllı ve dikkatliydi. Gözlemci, umursayan bir de çok güzeldi; öyle içimden geldi…
Toplantıda bizim sıkıntılarımızı da dinliyordu, şikayetimiz varsa ya da dilek ve öneri bunu sunabiliyorduk. Eylem Hanım bazı arkadaşların kafasına göre hareket ettiğini söylemişti, limonata örneğini vermişti. Bazı arkadaş bendim, -lar ayıp olmasın diye eklenmişti. Anlayıp güldüm içimden ama ortamı bozmadım. Toplantıdan sonra kafeyi birlikte kapattık. Eve gideceği sıra seslendim ona, birlikte gidelim, dedim. Hem konuşmuş olacaktık. Aklıma bir şey gelmişti. Kabul etti. Birlikte yürürken ona kendimle alakalı bir iki soru sordum. Olumsuz düşüncelerini istiyordum. Söylediklerini dinleyip açıkladım, olumluları da saydı. Pek olumsuz bir şey söylemedi zaten. Limonata konusunu açtım. Aslında kafama göre değil de alır diye düşündüğümü söyledim ve bütün kapasitesini kullansaydık alacaktı da ama o da Yağmur Hanım’ın bana söylemiş olduğunu söyledi, duymamıştım, dedim. Heee tamam o zaman, dedi. Çok basit bir şekilde çözdük. Bunu bilerek açıkladım ona çünkü toplantıdan sonra barı kapatırken bir şaka yapmıştım, gülmemişti, tamam o an bu olayın sıcaklığı olduğu için komik değil gibiydi. Açıkladım, kısaca karşılıklı konuştuk ve geçti. Sonra şakalara falan güldük. Tolga Bey’den de eleştiri almak istediğimi söyledim yolda. “O biraz patavatsızdır ama” dedi, güldüm, “Yok bir şey olmaz” dedim. Yolda bizi yakaladı zaten Tolga Bey, ona da anlattık muhabbeti. Ondan da birkaç bir şey dinledim. Olumsuzun yanı sıra yönlendirici konuştular. Kaptım. Bir süre Tolga Bey’le çalıştım. İyi oldu benim için. Yani harbiden iyi oldu ya. İlgilendi, öyle yap, böyle yapma dedi. Beni bazen izledi, sen yapcaksın, dedi. Bir kere kızdı bana, pump basıyordum, sen kaldırma çubuğunu kendi dolsun, dedi koluma yavaştan vurup. Ama şurup yapışkanlığı olduğu için takılıyordu aslında yani, o yüzden yapmıştım, “Tamam” dedim. Sonraki tıkanacak zamanları fark ettiğimde başka bir şey yapıyorum artık. Artık Tolga Bey yok bu arada ya. Hatta artık çok kişi yok önceki yazımdan. Ve haliyle çok kişi var o yazımda olmayan.
Ayrı bir yazıda anlatırım. Onlardan da bahsedeceğim, ben bu yazıyı yazarken görüp soranlar oldu. Çıtlattım böyle böyle diye.
Eylem Hanım’la Tolga Bey’in dediklerini dikkatle dinleyip hafızama da yazdıktan sonra diğer birkaç kişiyle daha konuştum. Ve başlangıcım güzeldi çünkü bana yardımcı olacaklarını falan söylediler. Bu gözümde onların değerini artırdı karakter olarak çünkü bir mum başka bir mumu yakarak ışığından bir şey kaybetmezdi, hatta ortamdaki ışığı artırırdı. Bunu bilmek ve uygulamak özveri ve özgüven gerektiriyordu. Sorduğum diğer kişilerden de eleştiri alırken olumsuzunu istediğim uyarısını yapsam da “Hayır olumlu da söylicem” dedi Sıla Hanım. O da yeni gelmişti, olumsuz bir şey bulamadı, olumsuz söyledikleri bile olumluluk taşıyordu. Onunla konuşmadan önce bir şey olmuştu onunla ilgili, bunu konuşup konuşmamak arasında kalmıştım genel ve konuştuk. Aklıma bir şey takılınca ya da daha doğrusu birinden bir hareket görünce genelde gidip sorarım ya da sorasım gelir “Neden” diye. Söyle, bilelim ki çözelim. Sevmem ortalıkta gezen yüz düşmesini çünkü karşındakini de düşürür sürekli ya da anlık o ifade. İletişim önemli bir şey. O da söylemişti elinden geldiğince yardımcı olacağını, merak etmemem gerektiğini. Memnun oluyordum bunlara. Hakan Bey var, Viking adam. Bir saç modeli var, başkası yapsa dalga geçerim, la havle ya, derim. Hakan Bey yapınca woaw diyerek bakıyorum, sanki benim beğenime çok ihtiyacı vardı.
Tamam bu yazı bu kadar olsun, çok uzun oldu. Devamını devam ettireceğim.
Sümeyye EVİS
Comments